Monday, October 28, 2019

SAAT ZAMANI VE UZAM







SAAT ZAMANI VE UZAM



Biçimsel zaman tarihin her döneminde insan yaşamının vazgeçilmez bir parçasını oluşturmuyordu. John Zerzan’a göre insan doğadan kopmadan önce zaman kavramına sahip değildi. İlksel avcı-toplayıcı topluluklar daha ileride zamana temel oluşturacak olan sürekli tekrarın mevcut olmadığı zaman dışı bir hayat sürüyorlardı. İlksel topluluklarda zaman ayrı bir kategori oluşturmuyor mevcut anın, şimdinin egemen olduğu bir yaşam sürdürülüyordu.Yer, uzam ve zaman ayrışmamıştı. Yaşamın, bedenin, doğanın ritmi iç içeydi.Ancak bu zaman dışı mutluluk uygarlığın gelişmesiyle yok olmaya başladı. Tarımın gelişmesiyle birlikte biçimsel bir zaman anlayışı ortaya çıktı, süre ve nicelik önem kazandı.


Tarih boyunca takvimlerin yapısı uygarlıkların durumu hakkında önemli göstergelerden birini oluşturmaktaydı. Zaman genellikle din adamlarından oluşan bir elitin denetimi altındaydı. Bu elit toplulukların doğal güçlerle ilişkisine aracılık ediyordu. Zaman, takvimler doğayla ilişki içinde mitlerle ve ritüellerle bağlantılı bir şekilde oluşmaktaydı. George Woodcock’ ın Saatin Tiranlığı adlı makalesinde belirttiği gibi eski çağlarda zaman doğanın devirli, döngüsel süreçlerince tanımlanmaktaydı. Gece-gündüz, güneşin doğuşu ve batışı, ekin ve hasat zamanı, yaprak dökümü, vb. doğal olgular zamanı belirlemede önemli kriterlerdi. Zamanın esnek bir biçimde tanımlandığı bu toplumlarda zamanın ince ölçümü gündemde değildi. Çok eski çağlardan beri toplumlar güneş saati, kum saati, su saati , mumla ya da yağ lambasıyla zamanı ölçen saatler yapmışlardı. Ancak bu saatler zamanı takribi olarak gösteriyordu ve güneşin olmaması ya da pratik ihmaller(yağın yenilenmemesi vb) nedeniyle sürekliliklerine güvenmek zordu.



Batıda antikçağda ve ortaçağda zamanın matematiksel bir kesinlikle hesaplanması uğraşı bir azınlıkla sınırlıydı. Saat kilise çanlarının zamanında çalması açısından önemliydi. Öte yandan ortaçağda Benediktin manastırlarında tüm gündelik etkinlikler katı bir biçimde önceden belirlenmiş saatlere göre gerçekleşmekteydi. Böylece saat insanların eylemlerini eşzamanlı hale getirerek kolektif bir disiplin sağlıyordu. Saat zamanı bir yandan zamanı gündelik hayatın gevşek ritminden kopararak düzenli bir tekrara yöneltiyor öte yandan zamanı resmi ve soyut bir toplumsal kontrol aracı olarak yeniden biçimlendiriyordu. Saat zamanının gelişmesi ticaretin gelişmesiyle de ilişkiliydi. Teslimatların zamanında yapılması , mübadelelerin düzenli bir biçimde gerçekleşmesi zamanın doğru bir biçimde saptanmasını gerektirmekteydi. Mekanik saatlerin ve “vakit nakittir” düşüncesinin on dördüncü yüzyılda ticaretin hızla geliştiği Avrupa kentlerinde yaygınlaşması tesadüfi değildi. Güvenilir mekanik saatlerin yapılması takip eden yüzyıllarda gerçekleşti. Tüm bunlara karşın kırsal kesimde hayat doğanın döngüsel ritimlerine bağlı olarak telaşsız bir biçimde sürmekteydi. Günün uzunluğu mevsimlere, hava şartlarına bağlı olarak algılanmaktaydı. Ed Andrew’ un söylediği gibi yapılan iş duruma göre ne kadar zaman gerektiriyorsa ona göre yapılıyordu, fabrika saati gibi dışsal, üniform bir zamansal dayatma söz konusu değildi. Hava koşulları kötüyse tarlada çalışılmıyor evde başka işlerle uğraşılıyordu. Çalışma zamanı gündelik yaşamın zamanından ayrılmamıştı.



On sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren gelişmeye başlayan kapitalizmin zaman disiplinine ilişkin olarak geçmişte kendisine yakın bulduğu bir model benediktin manastırlarıysa bir diğeri püritenliğin zamanı para olarak gören, onu israf etmeden verimli bir şekilde kullanan anlayışıydı. Ancak sanayi kapitalizminin zaman anlayışı esas olarak gücünü soyut, objektifleştirilmiş, doğadan ve olaylardan kopmuş bir zaman yaklaşımından almaktaydı. Kapitalizmin zaman anlayışına temel teşkil edecek olan Newton’ cu yaklaşım mutlak, ölçülebilir, matematiksel, dışsal bir müdahale olmadan kendi kendine düzenli bir şekilde akan , homojen bir zaman anlayışını öne çıkarıyor dünyayı saat gibi işleyen bir makineye indirgiyordu. Newton’ cu mekanik değişmeden varolan bir hareketi idealleştiriyordu. Sistem içindeki birimler birbirleriyle ardışıklık, zamanlama ve periyodiklik çerçevesinde ilişkiye geçiyorlardı. Barbara Adam’ ın da belirttiği gibi(Timewatch’ ın içinde) bilim de saat zamanı ölçüsüyle, nicelikselleştirmeyle , soyutlanmış, bölümlere ayrılabilir, uzamsal olarak temsil edilebilir saat zamanıyla yakından ilişkiliydi. Zamanın uzunluğu ölçülebilen , sayılarla ifade edilebilen sonsuz sayıda uzam benzeri birimlere bölünebileceği varsayılıyordu. Zaman tek boyutlu , sürekliliğe sahip uzam olarak düşünülmekteydi. Aralık, devamlılık, ardışıklık gibi zamana ait kavramlar aynı zamanda uzamla ilişkili kavramlardı da. Christopher Gosden’in dikkat çektiği gibi ölçülen zaman birbirini takip eden sayılabilir anların oluşturduğu serileri ifade etmekteydi. Saatin tik takları ya da sarkacın hareketi ölçülebilir bir ardışıklığa imkan vermekteydi. Barbara Adam’ a göre (Time and Social Theory’nin içinde) saat zamanı standart, üniform, ard arda gelen birimlere bölünebilir , evrensel olarak uygulanabilen , soyut, nicelikselleştirilmiş bir zamanı temsil ediyordu. Zaman ölçülebilir anlardan ve bölümlerden oluşan tek düze birimler silsilesine dönüşmüştü. Evrendeki her şeyin düz , sürekli bir akış içerisinde aynı hızla ilerlediği varsayılmaktaydı.



Saat klasik mekaniğin kanunlarına göre tasarımlanmış bir makinaydı. Lewis Mumford’ un deyimiyle sanayi toplumunun temel makinasıydı. Saat zamanı toplumsal yaşamı köklü bir biçimde değişikliğe uğrattı, insanları tekrarlamalı, saat gibi işleyen bir düzenliliğe tabi kıldı. Marx düzenli devinime dayalı üretim sisteminin teorisinin saat üzerine kurulduğunu söylerken endüstriyel zamanın düzenli tekrara olan ihtiyacını dile getirmekteydi. Gerhard Dohm-Van Rossum’ un da belirttiği gibi zaman satılık bir şey haline gelmişti. İşçi emek zamanını işverene ücret karşılığı satıyordu. İşçinin çalışma zamanının bir bölümü ücret olarak ona ödeniyor geriye kalan artı zamanda ürettiği artı değer ise işverenin karını oluşturuyordu. Barbara Adam’ ın dile getirdiği gibi (Timescapes of Modernity’ nin içinde)kapitalizmde zaman parayla, değişim değeriyle ilişkili hale gelmiş, emek, sermaye, makina, meta benzeri bir ekonomik değişken olarak algılanmaya başlamıştı.Yirminci yüzyılın ilk yarısında uygulanan Taylorizm işçinin fabrikada geçen her bir dakikasından maksimum ölçüde istifade edilmesini amaçlayan bir zaman yönetimi sistemiydi.( Daha da katı bir toplumsal zaman disiplini SSCB’ de uygulanacaktı.). Öte yandan zamanın parayla eşleştirilmesi ancak zamanın bağlamsızlaştırılmasıyla, olaylardan koparılmasıyla , tüm saatlere aynı değeri veren evrensel olarak uygulanabilir, soyut, boş ve nötr bir nicelik olarak tanımlanmasıyla mümkündü. Zaman farklı metalar arasındaki değere aracılık etmekteydi. Rasyonel, kendini çevreleyen yerel, spesifik koşullardan, olaylardan bağımsız bir zaman kapitalist mübadele ilişkileri açısından bir önkoşuldu. Böylece kapitalizmle birlikte mübadeleler şahsi olmaktan uzaklaşarak soyut bir nitelik kazanmaktaydı.




Zaman paraya benzer bir şekilde sadece ekonomik mübadeleleri değil aynı zamanda toplumsal ilişkileri de onların içinde yer aldığı çevreden, özel koşullardan koparmakta , onları kişisizleştirmekteydi. Barbara Adam’ a göre(Time and Value’nun içinde) saat zamanı olayların koşullara bağlı niteliklerini dışlayarak objektif, dışsal bir çerçeveyi dayatmaktaydı. Rasyonellik ve değişmezlik istikrar, kesinlik ve önceden bilinebilirlik hissi yaratmaktaydı. Saat zamanı toplumu dışsal, yabancı, mekanik bir ritme tabi kılarak onu inzibat altına almanın bir aracıydı. Fabrikada, kışlada, okulda, hapishanede, akıl hastanesinde egemen olan zaman modernliğin nesnel, disipliner zamanıydı. İktidar toplumsal kurumların ,alanların işleyişini eşzamanlı olarak organize etmek , toplumu eşgüdüm içinde yönetmek istiyordu. Suni, dakik , niceliksel, hızla ilerleyen, ölçülebilir, denetlenebilir bir zaman toplumsal kontrolün vazgeçilmez bir aracı haline gelecekti. Fabrika düdüğüyle okul zilinin benzer disipliner tınısı tüm toplumu bir sarkacın vuruşları ya da saatin tik takları gibi mekanik bir düzenlilik ve tekrarın egemenliği altına sokmak isteyen modernliğin otoriter sembolleriydi. Ortaçağın manastırları gibi modernliğin fabrikaları, okulları ve diğer kurumları da bu kez seküler bir zaman disiplininin, dakikliğin, çizelgelerin , otoriter bir kolektif tempo dayatmasının basıncı altındaydı. Rahiplerin yerini fabrika, okul ve ordu yöneticileri almıştı. Zaman disiplini sadece rasyonel bürokratik kurumlarla sınırlı değildi; artık piyasa zamanının belirlemeye başladığı sosyal hayat da gitgide saatin egemenliği altına girmekteydi.




Sanayileşmenin ilk dönemlerindeki makinalar insan bedeninin doğal ritmine, hareketlerine uygun olarak yapılmışlardı. Ancak takip eden dönemde bu ilişki koptu ve işçiler kendilerini makinenin mekanik, yabancı ritmine uydurmaya zorlandılar. Kırsal ilişkilerden kopup kentlere gelenler fabrika zamanının hızlı tekrara dayalı disipliner temposuna karşı direndiler. E.P.Thompson’ ın ‘Zaman, Çalışma Disiplini ve Endüstriyel Kapitalizm’ adlı makalesinde değindiği gibi işçilerin başlarda zamana karşı sürdürdüğü direniş daha sonraları zamanın kullanımına ilişkin bir mücadeleye dönüştü. Fabrika zamanını ilke olarak kabul eden sendikalar çalışma saatlerinin azaltılması, dinlenme zamanları , fazla mesai vb konularda işverenlerle pazarlığa oturdular.Buna rağmen işçi sınıfı on dokuzuncu yüzyıl boyunca saat zamanının baskısına karşı değişik biçimlerde tepki verdi. Walter Benjamin’in de değindiği gibi 1830 devrimi sırasında Paris’in değişik yerlerindeki saat kulelerindeki saatlere ateş açılmıştı. Öte yandan on dokuzuncu yüzyıldaki toplumsal huzursuzluklar bir ölçüde endüstriyel bir biçimde tanımlanan sosyal zamanın yarattığı basınçla ilişkiliydi. Kapitalist saat zamanı daha önceki doğal zamanla karşıtlık içindeydi. İnsan bedeni nefes alıp verme, kalbin atışı, nabız vb. ritimlere sahipti. Doğa da gece ve gündüz, med ve cezir gibi ritimlere sahipti ve insan bedeninin ritimleri , zamanları doğanın ritimleriyle, zamanlarıyla iç içe geçmişti. Bedenin ritimleri doğanın ritimleri gibi farklı yoğunluklara, hızlara sahipti. Öte yandan bedensel zaman içinde yaşanılan spesifik koşullarla ilişki içinde oluşuyordu, bağlamsaldı. Kapitalist saat zamanı zamanın doğayla ve bedenle ilişkisini koparmaktaydı. Doğal zaman yerle , nitelikle ilişkiliyken saat zamanı soyut bir uzamla, nicelikle ilişkiliydi , dışsal bir toplumsal kurguydu. Kapitalizm öncesinde zamanların biricikliği söz konusuydu. Kapitalizmle birlikte zaman, içinde yer aldığı özel, yerel, cemaatsel çerçevelerden soyutlanarak birbirinin yerine geçebilen standart parçalara, günlere, saatlere, dakikalara, saniyelere bölündü, olayların ve yerlerin dışında kalarak onları birbiriyle ilişkilendiren, sonsuz, düz bir ilerleme içinde açılan bir yumağa benzeyen soyut zamana dönüştü. Feodal kırsal toplumun doğal, döngüsel zamanından farklı olarak modernliğin zaman anlayışı lineerdi. Takvim zamanı tarihsel olayların nedenselliğini ve ardışıklığını kuran dışsal ve objektif bir çerçeve sağlamaktaydı. Ereksel bir tarihsel zaman anlayışı modernliğin önemli bir parçasıydı. Bu ereksellik eril bir ereksellikti, kamusal zamanı özel zamanlar aleyhine egemen kılmaya çalışan erkeğin erekselliğiydi. Kamusal alanda harcanan zaman bir değişim değeri olarak kabul edilip karşılığı parayla ödenirken kadının aile içinde ev ve çocuk bakımına harcadığı zaman ekonomik bir değere sahip görülmüyor, karşılığı ödenmiyordu. Modernliğin mekaniği, matematiği, bilimi gibi zamanı da erildi. Kadınları dışlayarak erkeğe tahsis edilen kamusal alanın zamanı lineer bir zamandı ve eril aklın yüce yaratısı olarak kabul edilen bu soyut, objektif, bedensizleştirilmiş zaman doğayla, bedenle özdeşleştirilen kadının zamanını sürgüne göndermişti. Bu durum kadınlardan tepki görüyordu. Irma Garcia’ nın dikkat çektiği gibi(Taking Our Time’ ın içinde) dönemin kadın romancılarının yapıtlarında lineer, objektif bir zaman anlayışı reddedilmekteydi.



Zaman modern kapitalizm için sadece soyut bir evrenselliği temsil etmiyordu. Evrensel kapitalist zamanın kurulması için sadece bedensel, doğal, özel zamanların değil yerel zamanların da ortadan kaldırılması gerekiyordu. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Amerika'nın doğu ve batı sahilleri arasında kalan alanda iki yüz civarında birbirinden farklı yerel zaman vardı. Bu durum o dönemde çok önemli olan ulusal demiryolları sisteminin işleyişini zorlaştırmaktaydı.Yerel zamanların ortadan kaldırılarak tek bir ulusal zamanın, saatin kurulması ulusal pazarın gelişmesi açısından büyük önem taşıyordu. Öte yandan farklı ulusal zamanları uluslar arası bir zamana, dünya zamanına bağlamak için 1885'de Greenwich sıfır meridyen kabul edilerek dünya her biri arasında birer saat fark olan yirmi dört bölgeye ayrıldı. Dünya zamanının gelişmesi açısından diğer önemli iki olay ise telgrafın ve telefonun icadıydı.



Buraya kadar anlatılanlara rağmen modern kapitalizm zamanı tam olarak yerin basıncından kurtaramadı , onu yeterince soyut bir uzama taşıyamadı. Bugünün zamanı geçmiş ve gelecek zamanın arasında duruyordu , onlara bağımlıydı, devamlı akan zamanın bir parçasıydı ve bu nedenle de “özgür değildi”. 1980 sonrasının post modern toplumunda ise zaman geçmişin ve geleceğin bağlayıcılığından kurtulmuştu ve şimdiye, yaşanan ana indirgendi. Modern toplumun akrepli, yelkovanlı, birden on ikiye kadar numaralanmış analog saati bakan kişiye zamansal olarak nereden geldiğini, o an nerede olduğunu ve nereye gitmekte olduğunu gösteriyordu. Kişi bu saate baktığında kendini zamanın devamlı akışının belirli bir yerinde olarak tasarlayabiliyordu. Oysa post modern toplumun dijital saati sadece o anı (örneğin 18:37) göstermekteydi ve her bir an geçmiş ve gelecek anlardan, saatlerden koparılmıştı. Analog saate bakıldığında saat buçuk ya da çeyrek olarak tanımlanabiliyordu.Oysa dijital saatte bu mümkün değildi, buçuğun ya da çeyreğin parçasını oluşturduğu daha büyük bir tamlık ortadan kalkmıştı. Post modern toplumda insan yaşamı da zamansal bütünlüğünü kaybetmiş geçmiş ve gelecek zamanla bağlantısı kopmuştu. Bireysel hayatın zamanı birbiriyle uyuşmayabilen çok kısa zaman parçalarının, anların eklektik birlikteliğinden oluşuyordu ve bu kısa sürelerin, anların yapısı piyasanın tüketicilerin ihtiyaçlarına bağlı olarak her an değişen kodlarına bağlı olarak şekillenmekteydi.



Post modern kapitalizm zamanı sıkıştırdı, ansallaştırdı, evcilleştirdi, derinliği olmayan bir “sürekli şimdiye” indirgedi. Post modernlik saat zamanını ortadan kaldırmadı ama analog ve uzamsal ardışıklığın ötesine geçerek devamlılığı olmayan, kesintili , şimdiye odaklanmış zamansal yoğunluklar yarattı. Süreden ana, kronolojik zamandan kronoskopik zamana doğru yönelimi hızlandırdı. Post modernliğin gerçek zamanı(real time) ardışık harekete bağlı bir zaman duygusunu zayıflatarak şimdinin egemenliğini kurdu. Siber uzamın ve telekomünikasyonun gelişmesiyle birlikte sadece zaman yerden, yerel, coğrafi bağlamdan kopmakla kalmadı toplumsal ilişkiler de bağlamlarını yitirdi. Global şimdinin egemenliği “zamandan kaçışla”, zamanın evcilleştirilmesiyle, zamanın küresel iletişim ağı içinde metalaştırılmasıyla ilişkiliydi.



Post modern toplumda zaman hıza bağlı olarak oluşmaktaydı. Frederic Jameson’a göre zaman artık hızın bir fonksiyonuydu. Zaman uzam içine yayılarak uzamın kendisi haline gelmiş, derinliği yok olmuş, tüketilebilir bir şimdiye indirgenmişti. Post modern toplumda yaşamın ritmi hızlandı; herkesin acelesi vardı, kimsenin vakti yoktu. Bilginin elektronik ortamdaki dolaşım hızı karşısında insan bedeninin ”nakledilmesindeki yavaşlık” bir yük olarak algılanmaya başladı. Beden yerin önemli olmadığı, şimdinin hüküm sürdüğü ekran karşısında kendi “cisimsiz” hızını hisseder oldu. Öte yandan tüm toplumu tek bir zamanın yeknesak bir devamlılık arz eden temposuna uymaya zorlayan modernlikten farklı olarak post modern kapitalizm zamanı ticari bir çerçeve içinde esnekleştirdi, kişiselleştirdi. Esnek çalışma saatleri, esnek emeklilik, çalışma zamanıyla serbest zaman arasındaki katı ayrım çizgisinin muğlaklaşması, 24 saat alışveriş imkanı post modern esnek üretim/birikim modelinin zamansal karşılıklarıydı. Ancak sonuçta kişisel şimdi,küresel piyasanın şimdisinin bir parçasına dönüşmüştü..



Modern kapitalizmin dışsal, nesnelleşmiş, soyut , evrensel zamanı kadınları zamanın kamusal alanından dışlamıştı. Julia Kristeva’nın Kadınların Zamanı adlı yazısında belirttiği gibi eskinin kadınlara oy hakkı verilmesi için mücadele eden kadın hareketi aslında erkeklerden lineer bir zamanı talep etmekteydi. Tarihsel ilerlemeye, erekselliğe dayalı bu zaman erkeğe ait bir zamandı. Ancak 1960'lardan başlayarak feminist hareket eril lineer zamanı eleştirecek, döngüsel zamanı savunacaktı. Bu dönemin feminizmi soyut, evrensel eril akla eşlik eden dışsal, lineer bir zaman yerine kadın bedeninin biyolojik ,döngüsel ritimleriyle (regl, doğum) uyum içinde olan kişisel bir zamana yakınlık duyuyordu. Artık kişisel zaman politik zamandı. Feministleri takiben başta eşcinseller olmak üzere diğer toplumsal gruplar modernliğin birörnekleştirici evrensel zamanının kendilerinden gasp ettiği özel zamanlarını talep etmeye başladılar. 1990’ lı yıllarda ise feminist ve eşcinsel muhalif grupların bedenlerinden yola çıkarak oluşturmuş oldukları özel zamanları kültürel açılımlarla zenginleşti. Muhalif çokluğu oluşturan gruplar kendi zamanlarını küresel piyasa zamanının standartlaştırıcı, ticarileştirici baskısına karşı savundular, tek doğru evrensel zaman anlayışını reddettiler, piyasanın şimdisi yerine radikal şimdiler oluşturmaya çalıştılar, birbirlerinin farklı zamanlarına, ritimlerine saygı gösterdiler.


YAŞAR ÇABUKLU


KAYNAKLAR:


der. Frieda Johles Forman, Caoran Sowton, Taking Our Time: Feminist Perspectives on Temporality, Oxford pergamon, 1989

John Zerzan, Gelecekteki İlkel, Çev.Cemal Atila, Kaos Yayınları, 2000, 303 s.

Gerhard Dohm-Van Rossum, History of the Hour: Clocks and Modern Temporal Orders, University of Chicago Press, 1996, 455s.

Der.Scott Lash, Andrew Quick, Richard Roberts,Time and Value, Blackwell Publishers, 1998, 271 s.

Barbara Adam, Timescapes of Modernity:The Environment and Invisible Hazards, Routlege, 1998, 247 s.

Ed.Andrew, Closing the Iron Cage:The Scientific Management of Work and Leisure, Black Rose Books, 1999, 205 s.

Christopher Gosden, Social Being and Time, Blackwell Publishers, 1994, 217 s.

Barbara Adam, Time and Social Theory, Polity Press, 1994, 192 s.

Barbara Adam, Timewatch:The Social Analysis of Time, Polity Press, 1995, 205 s.




















No comments: