Monday, July 22, 2019

ŞANS, FİNANS VE KUMAR







ŞANS, FİNANS VE KUMAR

Kumarın tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eski. İlksel toplumlarda, eski Çin’de, Hindistan’da, Mısır’da şans oyunları değişik biçimler altında mevcuttu. Kumar oyunla, büyüyle, ruhlarla, talihle, dinsel güçlerle ilişki içindeydi. Dinsel bir öneme sahip uğurlu, tılsımlı objeler şans oyunlarında da kullanılabiliyordu. Geleceği görmede kullanılan yöntemler şans oyunlarındaki yöntemlere benziyordu. Beklenmedik olayların tanrısal güçlerden kaynaklandığı düşünülmekteydi. Şansla kader benzer bir zeminden besleniyordu. Batı Avrupa’da ortaçağda ise tanrısal bir düzenin varlığına inanılıyor, tesadüfi görünen olayların tanrısal iradenin bir ifadesi olduğu düşünülüyordu. Ancak kilise ideolojisinin dışındaki gündelik hayat içinde insanlar bireysel şansa inanıp şans oyunlarına ilgi gösteriyorlar, gelecek hakkında bilgiler veren falcılara gidiyorlardı. Ortaçağ boyunca halkın gündelik yaşamı içinde kumar ve şans oyunları yaygındı.



Şans, mali durumları kötüleşen krallıklar için bir gelir kaynağıydı da. XVI. ve XVII. yüzyıllarda zaman zaman devletler gelir elde etmek amacıyla piyango çekilişleri düzenliyorlardı. Öte yandan XVII. yüzyıl Avrupa’da şansa yönelik önemli gelişmelerin meydana geldiği bir yüzyıldı. Matematikçi Blaise Pascal iki kişi arasındaki şans oyununa ilişkin olarak olasılık hesapları yapacak, şansın iki kişi arasındaki dağılımını anlamaya yönelik bir yaklaşım geliştirecekti. Eskiden insanlar şansın, riskin hesaplanması konusunda fazla kafa yormamışlardı. Ama Avrupa’da özellikle deniz ticaretinin de gelişmesiyle bağlantılı olarak riskler oluşmaya başlamış ve bu risklerin sigortalanması için belli olasılık hesaplarının yapılması gündeme gelmişti. XVII. yüzyıldan itibaren rasyonel akıl, matematik ve finans şansı, belirsizliği hesaplamak, kontrol altına almak için işbirliğine girecekti. Öte yandan burjuvazi henüz toplumsal-siyasal egemenliğini kurmuş değildi ve kumar aristokrasi içinde yaygın olan bir eğlence biçimiydi. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda devletlerin kumara yönelik getirdiği kısıtlamalar bir yasaklama olmaktan ziyade soyluların kumarda çok büyük servetleri yitirmesini sınırlamaya çalışıyordu.



Aynı dönemde “paranın değerini bilmeyen” aristokrasinin müsrifliği, kumara düşkünlüğü burjuvazinin hoşuna gitmiyordu. Çalışmayı, tasarrufu, öz denetimi öne çıkaran protestan ahlakı burjuvaziye daha yakındı. Kumar disiplinsiz , belirsiz, kontrol altında tutulamayan bir yaşam anlamına geliyordu. Thomas Kavanagh’a göre ( The Libertine’s Bluff: Cards and Culture in Eighteenth-Century France, Eighteenth-Century Studies, 2000, 33. 4 ) Fransa’da 1715-1789 arasındaki dönemde çapkınlığı ve sefahatı öne çıkaran libertin edebiyatta çapkının şansa dayalı hayatı- olumlayıcı bir biçimde- bir kumarbazın hayatı gibi sunuluyordu. Arzu, baştan çıkarma, heyecan, hovardalık, tesadüfi ilişkiler bu tür romanlardaki örüntüyü oluşturan başlıca öğelerdi. Bu edebiyatta stereotip toplumsal cinsiyet rolleri muğlaklaşıyor, istikrarsızlaşıyordu. XVIII. yüzyıl sonlarındaki yazında ise yukarıdaki tablo değişmeye başladı ve kumarbazlık heba edilen kişisel servetle, kötüye kullanılan parayla, bir gecede elden çıkan miraslarla birlikte anılmaya başlandı. Kumar artık paranın saygınlığına yönelik bir saldırı, bir patolojik durum olarak görülmekteydi. Diderot kumarı bir kişisel ve sosyal kanser olarak resmedecekti. Gerda Reith’in dikkat çektiği gibi bireyin öz kontrolünü öne çıkaran Aydınlanma ideolojisi talihi ve şansı irrasyonel, bilim dışı olgular olarak görmekteydi. Kavanagh’ın görüşüne göre kumar bireysel iradenin, öz disiplinin, rasyonelliğin, üretici çalışmanın devre dışı kaldığı bir etkinlik olarak Aydınlanma’nın değerlerine ters düşüyordu. Kumar kendini yaratan birey idealine zarar veriyor, öz tahribata yönelen, bireysel ve sosyal sorumluluklarını hiçe sayan olumsuz bir birey tipini ortaya çıkarıyordu. Kumara iyi gözle bakmayan burjuvaziye göre de mükafat şansın ya da ilahi takdirin sonucu olarak değil bireysel beceri ve çabanın sonucu olarak elde edilebilen bir şey olmalıydı.




XVIII. yüzyıl sonlarında kumarın söylemsel olarak kuruluşu eril cinsiyetçi bir yaklaşım çerçevesinde gerçekleşmekteydi. Andrea Henderson’ın da belirttiği gibi ( Commerce and Masochistic Desire in the 1790’s : Frances Burney’s Camilla, Eighteenth-Century Studies, 1997, 31. 1 ) kumarla cinsellik arasında benzerliklerin kurulduğu bu dönemde kumarın erkeği “tükettiği”, kadını ise cinsel aşırılıklara açık hale getirdiği düşünülüyor, kumar masasındaki kontrolsüz kayıplar ve kazançlar doymak bilmez bir cinsellikle ilişkilendiriliyordu. Kumarı tutkulu bir şekilde oynayan kadın eğer kendini tecavüz tehdidi altında bulursa buna şaşmamalıydı! Kumar kontrol edilemeyen arzuları teşvik ediyordu ve erkeğe kıyasla kendini kontrol etme yeteneği gelişmemiş olan kadın için büyük bir tehlike oluşturuyordu! Gillian Russell’ın da dikkat çektiği gibi ( ‘Faro’s Daughters’ : Female Gamesters, Politics, and the Discourse of Finance in 1790’s Britain, Eighteenth-Century Studies, 2000, 33. 4 ) XVIII. yüzyıl sonu İngiltere’sinde kadındaki kumar bağımlılığının doğal olmadığı, kadının güzelliğini bozduğu, kumarın yorduğu kadının sağlıklı çocuklar doğuramayacağı düşünülüyordu. Kumar oynayan kadınlar anne ve eş olarak görevlerini ihmal ediyorlardı! Kumarda erkek sadece malını kaybediyor kadın ise bedenini, namusunu kaybetme noktasına geliyordu! Kadının kumar oynaması onun bedenini kumar masasına koyduğu bir tür fahişelik olarak algılanmaktaydı. Kumarın toplumsal cinsiyeti kadındı! Erkekliğin kontrol, disiplin, kesinlik ve rasyonellik temelinde kurulduğu bir dönemde kadın istikrarsızlığın, irrasyonelliğin, belirsizliğin, şansın, dengesizliğin temsilcisiydi!




Kumarın “ büyüleyici cadılık” olarak adlandırıldığı yüzyıl sonunda toplumu saran riskler ve güvensizlikler kadınsı olarak kurulmaktaydı. Dönemin eril ideolojisi açısından kadınların kumarla ilişkisini tehlikeli kılan bir başka olgu ise Faro ( bir tür kağıt oyunu) masalarının soylu kökenli kadınlar tarafından işletilmesi ve neredeyse kadınların egemenliğindeki bir sektöre dönüşmesiydi. Dönemin basınında bu kadınların başlarına tahta boyunduruk geçirilerek şehir içinde dolaştırılacakları yolunda imalar, tehditler yer almaktaydı. Böyle bir durumun gerçekleşmesi halinde bu kadınların taşlanarak öldürülmeleri ihtimali mevcuttu. Ancak bu kadınlar aristokrat kökene sahip olmaları ve güçlü ilişkileri nedeniyle para cezaları ile kurtuldular. Öte yandan Amerika’da at yarışlarında, horoz dövüşlerinde erkeklerin ve kadınların “edepli olmayan bir kalabalık oluşturması” ahlakçıları rahatsız etmekteydi. Bahis, kumar, yarış sadece kadınların ve erkeklerin değil farklı sınıflardan insanların aynı ortamda bulunmasını beraberinde getiriyor ve “alt sınıfların ahlaksızlığının üst sınıflara bulaşması” tehlikesini içinde taşıyordu! Sınıflar ve cinsler arasındaki “karnavalesk kaynaşma” ihtimali sınıf ve toplumsal cinsiyet sınırlarını-ayrımlarını net bir şekilde kurmak isteyen burjuvazinin hoşuna gitmiyordu.




XIX. yüzyılın ilk yarısı bankacılığın, finansın, borsanın geliştiği bir dönemdi. J. Jeffrey Franklin’in söylediği gibi ( The Victorian Discourse of Gambling: Speculations on Middlemarch and the Duke’s Children, ELH, 1994, 61. 4 ) bu dönemde kumar profesyonel hale gelmiş, at yarışları ticarileşmiş, alt ve üst sınıflar için farklı bahis mekanları kurulmuştu. Mali spekülasyonla, kumarla para ve servetler el değiştirmekteydi. Hızlanan ve istikrarsızlaşan para dolaşımı ve mali spekülasyonlar 1820’li yıllardan itibaren mali krizlere yol açmaya başlamıştı. Borsa simsarlığı ile kumar arasında benzerlik kurulması ( bir çok borsacı hisse spekülasyonu yapmanın yanı sıra piyasa değerleri nominal fiyatlarının üstüne çıkabilen piyango bileti alım-satımıyla da uğraşıyordu) kapitalizmin itibarını zedeleyen bir boyut kazanmıştı. 1840’da Chicago’da borsanın saygınlığına zarar verdikleri gerekçesiyle kumar salonları aleyhine bir kampanya başlatılmış, kumarla yatırımı birbirinden ayıran yasalar yürürlüğe konulmuştu. Bireysel girişimciliği, risk almayı, koyulan para karşılığında maksimum getiri elde etmeyi amaçlayan kapitalizm açısından kumar kontrol altında tutulması gereken zorunlu bir kötülüktü. Finans piyasasının gelişmesiyle ilişkili olarak para altından koparak “fiktif” kağıt para biçimini almıştı ama her mali krizde insanlar korkudan “hakiki değere” dönüyorlar, altına , toprağa yöneliyorlardı. Finans, kapitalizmin olmazsa olmaz koşuluydu ama öte yandan kumarı andıran korkutucu bir hayalet gibi toplumun üstünde dolaşıyor, mali krizlerle toplumun altını üstüne getiriyordu.




Mali kriz aynı zamanda alt sınıfların ayaklanması anlamına gelmekteydi. Bu koşullarda kapitalizm paranın dolaşım hızını arttırmak ama alt sınıfların hareketliliğini sınırlayıp kontrol altında tutmak, kumara benzeyen ekonomik girişimciliği teşvik etmek zorunda kaldı. Ama alt sınıfların kumarını disiplin altına almak şartıyla. Üst sınıfların kumar oynadığı yerler alt sınıflarınkinden ayrılırken alt sınıfların kumar, bahis, oyun oynadığı yerler sıkı bir şekilde kontrol altına alındı. Centilmenlerin, polis şeflerinin, hakimlerin gittiği kumar kulüpleri hiçbir sorunla karşılaşmazken, işçilerin, yoksulların kumar oynadığı yerler kapatıldı ya da polisçe denetlenmeye başlandı. Kapitalizm kumarı işçiler için “tehlikeli bir serbest zaman faaliyeti” olarak görmekteydi. Kapitalizm açısından kumarın endişe yaratan yanlarından biri varlıklı kişilerin bir anda servetlerini yitirebilmesi, “yukarıdakilerin aşağı inmesi” ihtimaliydi ama daha da korkutucu olanı aşağıdakilerin bir anda yukarı çıkabilmesi, yukarıya doğru sosyal hareketliliği kontrol altında tutan sınıfsal sınırların ihlal edilmesiydi. Bir tür mali kumarın, spekülasyonun sonucu olarak beliren finansal-ekonomik krizlere eşlik eden halk ayaklanmaları da üst sınıfların ayrıcalıklarına meydan okumaktaydı. XIX. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde kapitalizm alt sınıfları denetim altına almak için artık sadece bireysel değil ama aynı zamanda “sosyal tesadüfe, şansa, kumara” prim vermemeye kesin olarak karar vermişti. Artık disiplin toplumunu kitlesel ölçekte kurmanın zamanı gelmişti! Viktoryen ahlak “her şey olabilir” düşüncesini tehlikeli bulmaktaydı.




XIX. yüzyılın ikinci yarısında sanayi kapitalizminin hızla gelişmesiyle birlikte üretim ve çalışma, toplumu kuran temel öğeler olarak öne çıktı, kumar kötü parayla ilişkilendirildi. Öte yandan risk artık sadece bireyin değil daha da önemlisi toplumun kaderini etkileyen ve bu nedenle denetlenmesi gereken bir olgu olarak algılanmaya başladı. Eğer iki kişi arasında oynanan şans oyununda tesadüfün dağılımına ilişkin olasılık hesapları yapılabiliyorsa benzer bir hesap tesadüfün toplumsal ölçekte dağılımı için neden yapılmasındı? Kapitalist girişimciliğin ve finansın krizlere ve toplumsal ayaklanmalara yol açtığı aşikardı ama kapitalizmin sınırlanması söz konusu olamazdı. 1855’te çıkarılan bir yasa (Liability Act) girişimcilerin zarar etme riskini sınırlandırıp azaltıyor buna karşın onlara sınırsız bir kar alanı açıyordu. Bu durumda şansa, tesadüfe, riske bağlı olarak hareket alanının sınırlandırılması gereken kesim yoksul sınıflar olarak ortaya çıkıyordu. Modernliğin bilimleri bu “istikrarsız kalabalığı” inzibat altında tutmak için tüm güçlerini harcıyorlardı. “Kalabalıklar psikolojisi” ayaklanmaların nedenlerini araştırırken sosyoloji toplumsal birliği-beraberliği sağlayabilecek bir teorik çerçeve kurmaya çalışıyordu. Ama olayların akışını “tesadüfe bırakmamak” için matematiğin ve istatistiğin yardımı gerekecekti.



Eskiden riskin rakamlarla ilişkisi zayıftı. Ama XIX. yüzyılda riskin kurumsallaşmasıyla birlikte istatistik toplumsal riskleri saptamanın bir aracı haline gelecekti. Ian Hacking’e göre 1820’lerden başlayarak veriler sistematik olarak toplanmaya başlamış, basılı rakamlar çığ gibi artmaya başlamıştı. XIX. yüzyıl sonlarına gelindiğinde istatistiksel “normal” kavramı birincil önemde bir veri haline gelmişti. İstatistik, normu, normalliği kurmak isteyen, toplumsal çoğunluğu disipliner kurumları vasıtasıyla “normalleştirip” “normalleştiremediklerini” öteki, sapkın, patolojik vb. etiketlerle damgalayıp dışlayan modernliğin işbirlikçisiydi. Jackson Lears’in de belirttiği gibi XIX. yüzyıl sonlarında evrenin bilimsel olarak kavranabilecek yasalar tarafından determinist bir şekilde yönetildiği fikri yaygındı. Dönemin pozitivist yaklaşımı toplumsal gelişmenin de kanunları olduğunu düşünüyordu. Kısa vadede tesadüfi görünen ve bir model içinde anlamlandırılamayan toplumsal veriler ( doğum, ölüm, suç, intihar oranları, kazaların sıklığı, borsa değerleri vb.) uzun vadeli olarak incelendiğinde bir örüntü oluşturuyor, “uzun vadede her şey normale yaklaşıyordu”. Böylece rasyonalist modernlik istatistik vasıtasıyla nüfusun farklı öğelerinin uzun vadeli değişmelerini, hareketlerini önceden kestirebilecek, tahmin edebilecek, toplumdan kaynaklanan belirsizlikleri, riskleri hesaplayabilecekti. Gerda Reith’in de dikkat çektiği gibi artık beklenmedik olaylar uzun vade içinde ölçülebilen, hesaplanabilen ve önlem alınabilen riskler haline gelmeye başlamıştı. Ama iş burada bitmiyordu. Mademki toplumsal büyüklükleri ifade eden büyük rakamlar vasıtasıyla uzun bir vade içindeki sosyal gelişmeler önceden tahmin edilebiliyordu o halde toplumsal gelişmelere müdahale etmek, onları biçimlendirmek de mümkündü! Böylece modernlik toplumsal mühendislik uygulamalarıyla toplumu disiplin altında tutmaya yönelik pratiklere, kurumsallaşmaya yönelecek ,“toplumsal tesadüfler” yerlerini toplumsal kontrole ve biçimlendirmeye bırakacak, toplum bir anlamda “sigortalanacaktı”!




Sigortanın matematiksel kuruluşu şans oyunlarının mantığıyla ilişkiliydi. Kumarbazın küçük bir ihtimalle de olsa çok büyük bir kazanç elde edebilmesiyle kendini sigorta ettirmek isteyen kişinin çok küçük bir olasılıkla çok büyük bir zarara uğrayabilmesi arasında bir benzerlik vardı. Tina Young Choi’nin de söylediği gibi ( Writing the Victorian City: Discourses of Risk, Connection and Inevitability, Victorian Studies, 2001, 43. 4 ) eskiden risk bireyin kendisine, onun risk alma konusundaki kararına bağlıydı. Ancak XIX. yüzyıla gelindiğinde bireyin risk almasından ziyade sürekli bir biçimde risklere maruz kalması öne çıkmaya başlamış, sigorta “sosyal bir role” sahip olmaya başlamıştı. Olasılık artık sadece bireysel rasyonelliğin bir ölçüsü değildi, nüfus içinde meydana gelen olaylar sıklığını tanımlamanın bir aracıydı. Bir kontrol kültürü oluşturmak isteyen Viktoryen kesinliğin tahripkar, kaotik çağrışımlar yapan şansa, tesadüfe tahammülü yoktu. Bu nedenle XIX. yüzyıl sonu batı kültürü bireysel-toplumsal planda bir “sigorta kültürü” olmaya yönelecek, sigorta bireysel, sosyal, ahlaki bir yükümlülük haline gelecekti! Üretimin, çalışmanın, öz disiplinin öne çıktığı, finansın artık ticaretten ziyade sanayi ile flört etmeye başladığı bir dönemde modernliğin otoriter-disipliner-bürokratik rasyonalitesi bir çok ülkede piyangoların ve kumar salonlarının yasaklanmasını beraberinde getirecekti.



Şansı ehlileştirmeyi hedefleyen kontrol kültürü XX. yüzyılın ilk yarısında da devam etti. XX. yüzyıl başlarında kapitalizm de artık eski bireysel-rekabetçi yapısından uzaklaşmaya başlamış, tekelci bir niteliğe bürünmüş, tekeller gerek kendi aralarında anlaşarak, gerek mali araçlar vasıtasıyla şansın payını azaltıp tahmin edilebilir bir kar oranını tutturmaya yönelmişlerdi. Taylorizmin, “bilimsel yönetimin” gelişmesiyle birlikte “şansı yönetmeyi” amaçlayan bir yönetimsel mantık güçlenmeye başlamış, üretkenliğin arttırılmasına yönelik sistematik bir organizasyon fikri güçlenmişti. Büyük fabrikadaki iş nasıl çok sayıda parçalara ayrılmış ve hiçbir şey tesadüfe bırakılmayıp en küçük ayrıntısına kadar katı kurallarla düzenlenmişse toplumsal hayat da aynı mantıkla biçimlendirilmeye çalışılıyor, şansa yer bırakmak istemeyen, onu matematiksel-idari bir çerçeve içinde yönetmek isteyen bir hiper rasyonalite yaklaşımı güçleniyordu. Tarihte dinsel ve büyüsel olanla birlikte var olmuş olan şans artık seküler ve rasyonel otoritenin kontrol altında tutması gereken bir riske dönüşmüştü. Bu ortamda kumar üretken olmayan özelliğiyle toplum-iş ahlakına aykırı bir olgu olarak görülüyordu. Gel gör ki halk tüm yasaklamalara ve “rasyonel nasihatlere” karşın bu “kötücül-ahlaksız” eğlenceden vazgeçmiyor, kumar yer altında, mafyanın denetiminde daha da yaygınlaşarak sürüyor, şans kültürü kapitalist rasyonaliteye karşı direniyordu!



Modernlik dünyanın ve toplumun yapısını çok kırılgan görüyor ve bu nedenle pozitivist bir bilimle, determinizmle, disiplinle, hiyerarşiyle, katı-otoriter-merkezi yapılarla kendini korumaya çalışıyordu. Modernlik için kontrol edilemeyen her şey düşmandı, ötekiydi, yabancıydı. Şans, kumar, modernlik açısından bir “şüpheliydi”, “zanlıydı”. Modernlikten farklı olarak post modernlik, 1970’lerden itibaren şansa, kumara “kucak açacak”, modernliğin suçluluk söylemiyle kuşatılmış kumarcısı post modern toplumda saygın bir şans oyunları müşterisine dönüşecekti. Gerçi 1931’de Nevada’da kumar yasallaşmıştı ama kısa bir süre içinde organize suç örgütlerinin at koşturduğu bir alan haline gelmişti. 1963’de New Hampshire’da piyango, 1978’de ise New Jersey’de kumar oynanan gazinolar yasallaşacaktı. James Rizzo’nun da belirttiği gibi ( Compulsive Gambling, Diagrammatic Reasoning, and Spacing Out, Public Culture, 2004, 16. 2 ) 1980 sonrasında ABD’de eyaletlerin düzenlediği piyangoların ve kumar oynanan gazinoların sayısı artacaktı. Kumar eskiden birlikte anıldığı kriminal köklerinden artık yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyordu! Öte yandan piyango mali sıkıntı içinde olan ve vergileri arttırarak seçmenin tepkisini çekmek istemeyen eyaletler açısından önemli bir gelir kaynağıydı. ABD’de 1980’lerin sonlarında gerçekleştirilen yasal düzenlemelerle kumar oynanan gazinoların sayısında büyük bir artış yaşanacak, “gazino kapitalizmi” dönemi başlayacaktı. Kapitalist finans sistemi artık yasallık ve popülerlik kazanmış kumarı bağrına basacaktı! Şans artık egemen sistemi endişeye sevk eden bir olgu olmaktan çıkmış , şirket kapitalizminin hizmetine girmişti. Dönem şansın “light” olanla buluştuğu keyif kültürü dönemiydi. Şans artık gazinoların bilgisayar sistemleriyle donanmış kumar makineleri tarafından “rasyonel bir biçimde” dağıtılıyordu! Kumar elbette gazinolarla sınırlı değildi, video, bilgisayar ve internet kumarın yaygın bir biçimde oynandığı alanlar arasındaydı. Nüfusun yaklaşık yüzde yetmişinin şu ya da bu biçimde şans oyunu, kumar oynadığı bir toplumda , kumar serbest zaman faaliyetleri içinde en çok para harcanan alanlardan biri, bir sektör olarak belirmekteydi. Öte yandan 1957’de Gamblers Anonymous’ın kurulmasından sonra 1980’de Amerikan Psikiyatri Derneğinin yayınladığı DSM III’te ( The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) patolojik kumar itki kontrolü bozukluğu çerçevesinde tanımlanacaktı. Kumarbazın kanundışı, toplumdışı, kriminal bir asalak olarak görüldüğü modernlikten farklı olarak post modern toplumda patolojik kumarcı hem gazinoların, hem de terapistlerin değerli bir müşterisi haline gelmişti!




Kumar post modern kapitalizmin işleyiş mekanizmalarıyla da ilişkiliydi. 1980'lerden itibaren ağır sanayi modernlikteki önemini giderek kaybetmeye başlamış, hizmet ve finans ağırlıklı bir kapitalizm güçlenmeye başlamıştı. Değer artık modernliktekinden farklı olarak sadece üretime bağlı olarak tanımlanmıyor, uçucu, akışkan, spekülatif bir finans piyasası içinde istikrarsız biçimlerde şekilleniyordu. Jean Comaroff ve John L. Comaroff’a göre ( Millennial Capitalism: First Thoughts on a Second Coming, Public Culture, 2000, 12.2 ) kumar mali sistemin bir parçası haline gelmişti. Küresel mali sistem neredeyse dev bir şans oyununa, kumar salonuna dönüşmekteydi. Artık somut metalar yerine sadece rakamlar elektronik ortamda değişime girmekte, hareket etmekteydi. Para ve fon hareketlerinin kaotik akışkanlığının yaygınlaştığı post modernliğin spekülatif kapitalizmi kumarın yapısıyla uyum içindeydi. Öte yandan üretimi, tasarrufu ön plana çıkaran ve bu nedenle kumara iyi gözle bakmayan modernlikten farklı olarak “yararsız harcamayı” olumlayan post modern kapitalizm kumara daha sıcak bakıyordu! Modernlik şansı kurumsallaştırmıştı. Post modernlik buna ilaveten şansı gündelik hayat bazında ticarileştirdi, metalaştırdı, modernliğin şansla bireysel yaşam arasına koyduğu sınırları yıkarak tüketici kitlesinin kumara “demokratik katılımını” sağladı! Öte yandan post modernlik modernliğin büyük kesinliklere dayalı söylemini eleştirip şansa, belirsizliğe daha fazla alan açıyor gibi görünse de amaçlanan daha ziyade yeni belirsizlik-risk alanları yaratarak yeni uzmanlıklar geliştirmek, ürünleri farklılaştırmak, piyasayı derinleştirmekti. Sürekli olarak üretilen yeni riskler, olasılık hesapları yapan, bireylerin risklerini yöneten şirketleri, danışmanları da beraberinde getiriyordu. Kathleen Woodward’ın da belirttiği gibi ( Statistical Panic, Differences : A Journal of Feminist Cultural Studies, 1999, 11. 2) günümüzde risk altında olma duygusu herkes tarafından içselleştirilmişti ve bir risk söylemi yaratmak üzere istatistiksel rakamlar sonsuz bir biçimde üretilmekteydi. Bu durumda bu risklerden kaçınmak için olasılık hesapları yapan uzman kuruluşlar devreye giriyor, önceden bilinebilirliğin bir metaya dönüştüğü, belirsizliğin bir fiyata sahip olduğu bir piyasa oluşuyordu. Ancak riskin hesaplanması özel hayat düzeyinde güvenlik üretmek bir yana panik üretmekteydi.



Modernlik şansı, riski dışlayarak üretici yurttaşlardan oluşan bir disiplin toplumu kurmaya çalışmıştı. Post modernlik ise şansı, riski bizzat yaratarak tüketicilerden, müşterilerden oluşan bir güvenlik toplumu kurmaya yöneldi. Post modernlik modernliğin rasyonelliğini, risk yönetimini, olasılık hesaplarını ortadan kaldırmadı, sadece şansı, riski bireysel-tüketimsel gündelik hayatla, piyasayla “barıştırdı”! Öte yandan Jackson Lears’in de söylediği gibi modern disiplin toplumunun şansı, tesadüfü dışlayan rasyonelliği edebi-sanatsal modernizm tarafından eleştirildi, şans kendine Joyce’da, Proust’da, Dada’da, Sürrealizm’de yer buldu. Daha sonraki dönemde ise John Cage’de , Beat hareketinde ve başka bir çok yerde kendine yeni dostlar edindi.


YAŞAR ÇABUKLU


KAYNAKLAR:


Thomas Kavanagh, Enlightenment and the Shadows of Chance, John Hopkins University Press, 1993, 272 s.

Gerda Reith, The Age of Chance: Gambling in Western Culture, Routledge, 2002, 232 s.

Jackson Lears, Something For Nothing: Luck in America, Viking, 2003, 392 s.

Ian Hacking, The Taming of Chance, Cambridge University Press, 1990, 277 s.