Monday, August 05, 2019

TEŞRİH






TEŞRİH


Rönesans ile birlikte gelişmesi hızlanan anatomi bilimi bedenin organlarının sırrını anlayabilmek için kadavraları incelemeye yönelmişti. Cerrahlar kadavraları kesip inceliyor, hastalıkların nedenlerini anlamaya çalışıyorlardı. Kadavraların açılması izleyici bir kitle önünde yapılmaktaydı. Halk suçluların idamını nasıl merakla izliyorsa idam edilmiş suçluların cesedinin kesilip açılmasını da merakla izliyordu. Devlet suçluyu hem idam ederek hem de cesedini kesip açarak adeta iki defa cezalandırıyordu. Cellat ve bölgenin güvenlik yetkilisi cesetleri kesilip açılmak üzere anatomi okulu yetkilisine teslim ederdi. Suçluların kadavralarının kesilip incelenmesi hem tıp eliti hem de “düzen ve bilim yanlısı” burjuvalar açısından bir övünç kaynağıydı. Rembrandt’ın 1632’de yaptığı “Doktor Nicolas Tulp’un Anatomi Dersi” adlı portrede doktorlar ve kentin önde gelen burjuvaları kadavranın etrafında toplanıp poz vereceklerdi. Nicolas Tulp “canavarlar” üzerine yaptığı çalışmalarla ünlüydü. Nadide, egzotik objelere, yaratıklara karşı bir ilginin oluştuğu modernlikte kadavranın izleyiciler önünde kesilip incelenmesi adeta bir ucube gösterisine dönüşecekti.


Bazı eski kültürlerde ölü bedenlerle cinsel ilişki kurmak onlarla tinsel iletişime geçmenin bir yolu olarak görülürdü. Bazı Tantrik ritüeller sırasında erkekler bacaklarının arasına kurukafa bastırarak ereksiyon olmaktaydı. Ortaçağ Avrupası'nda bazı bölgelerde hermafroditlerin yeni ölmüş bir bakireyle cinsel ilişkiye girdikleri taktirde iyileşeceklerine inanılırdı. XIX. yüzyılda ölmüş kadınların edep yeri kılları erkeklerin iktidarsızlığının tedavisinde kullanılmak üzere satılırdı. Bazı toplumlarda bakirelerin cennete gidemeyeceği varsayılır ve bu nedenle isteyen herhangi bir erkeğin evlenmeden ölen bu genç kızlarla cinsel ilişkiye girmesine izin verilirdi. Öte yandan tarihin bir çok döneminde insanlar ölen yakınlarının bedenlerini ölü sevicilerin tacizinden korumak için çeşitli önlemler aldılar. Eski Mısır’da mumyalama işlemini gerçekleştiren kişilerin ölmüş kadınlarla cinsel ilişkiye girdikleri bilinen bir gerçekti ve bu nedenle aileler ölen kadın akrabalarının bedenlerini bu kişilere teslim etmeden önce –ölü beden bozulmaya başlayıncaya kadar-birkaç gün evlerinde bekletirlerdi. Bazen mezarlık yetkilileri de ölülerin mezarlardan çıkarılmasına karşı önlem alıyorlardı. 1840’lı yıllarda Montparnasse mezarlığının duvarı üzerine, dokunulduğunda bir makineli tüfeği harekete geçiren bir tel çekilmişti. Başlarda kuşların ve kedilerin ölümüne yol açan bu tertibat sonunda işe yarayacak, genellikle kadınların cesetlerini kesip iç organlarını dışarı çıkaran ünlü “Montparnasse vampiri” ölü sevici çavuş François Bertrand’ı ciddi bir biçimde yaralayacaktı. Yaralı olarak kaçmayı başaran ve askeri hastanede tedavisini yaptıran Bertrand daha sonra teşhis edilip yakalanacak ve bir sene hapis yatacaktı.



Modernlik akıl ve bilim vasıtasıyla dünyanın, objelerin, insanların içine nüfuz etmek, bakış karşısında her şeyi şeffaf kılmak istiyordu. Hiçbir şey gizli kalmamalı, içini göstermeliydi. Bu bakış “kara kıtaya”, Afrika’ya da yönelecek, ışığıyla bu kıtayı aydınlatmaya çalışacaktı! Modernliğin haritacılığı yerleri batılı mekansal koordinatlar çerçevesinde soyut noktalar olarak haritalar üzerinde işaretliyor, ötekinin topraklarını mülk edinilecek birimler olarak kuruyordu. Ötekinin yerinin sömürgeleştirilerek batılı anlamda mekana dönüştürülmesi , bir yer olarak ölü bedenin bilimin ışığı altında sömürgeleştirilerek bir nesneye indirgenmesine benzemekteydi. Mandressi’nin de söylediği gibi anatomik bakış bedeni kesip açarak onu parçalara, bölgelere ayırıyor, sömürgeleştiriyor, biçimlendiriyor, onun haritasını çıkarıyor, terminolojisini oluşturuyordu. Böylece parçalara ayrılmış beden mekanik bir şekilde kurulmuş bir beden imgesini beslemekteydi. Modernliğin işlevsel parçalardan oluşan mekanik, makinevari beden anlayışıyla halkın dinsel bir çerçeve içinde yorumladığı beden arasında önemli farklar vardı. XVIII. yüzyılda kadavranın cerrahlarca -günlerce sürebilen- teşrihini bir gösteri izler gibi seyredip, zaman zaman alkışlayan halk ölen yakınlarının bedenlerinin öteki dünyaya bir bütün olarak gitmesi konusunda hassastı! XVIII. yüzyılın son dönemi anatomi eğitimi için gitgide daha fazla sayıda kadavraya ihtiyaç duyulan bir dönemdi. Bazen tıp öğrencileri-hocalarının baskısıyla-gizlice mezarlardan yeni gömülmüş cesetleri çıkarıp okula laboratuara getiriyor, bazen de bu işi bizzat cerrahların kendileri yapıyordu. Başka bir yöntem de doktorların bu işi profesyonel olarak yapan kişilere cesedi teslim aldıklarında bir para ödemesiydi. Halk bu durumu tiksintiyle karşılıyor, doktorlara karşı büyük bir öfke duyuyordu. 1788’de New York’ta yeni ölmüş karısının –mezarından gizlice çıkarılmış-bedeninin New York Hastanesi anatomi laboratuarında kesilip parçalandığını öğrenen kocanın etrafında toplanan 5000 kişi Amerikan tarihindeki en büyük sivil ayaklanmalardan birini başlattı. Hastaneye giren kalabalık anatomi laboratuarını tahrip ederek tıbbi aletleri parçaladı, bazı doktorların sığındığı yakındaki hapishaneyi bastı. Gittikçe büyüyen ve üç gün boyunca süren isyan çağrılan askeri birliklerin halkın üzerine ateş açmasıyla bastırılabildi, sekiz kişi öldü.



XVIII. yüzyılın sonunda İngiltere’de de tıp fakülteleri kadavra bulmakta güçlük çekiyorlardı. Marshall’ın belirttiği gibi 1752 yılında çıkarılan bir yasayla idam edilen mahkumların kadavralarının kesilip incelenmesi zorunlu hale getirilmişti ama kadavralara olan tıbbi talep çok fazlaydı. İngiltere’de XIX. yüzyılın ilk on yılı boyunca her yıl mezarlardan binin üzerinde ceset çalınmaktaydı ama bu rakam anatomi laboratuarlarının ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyordu. Mary Shelley’in Frankenstein’ının yayınlandığı dönemde (1818) doktorlar mezar hırsızlarından “soru sormadan” ceset satın alıyorlardı. Mezardan ceset çalmanın “karlı bir mesleğe” dönüştüğü 1820’lerde Edinburg’da William Burke ve William Hare ceset satmak amacıyla seri cinayetlere yönelip onlarca kişiyi öldüreceklerdi. İkili arayıp soracak kimsesi olmayan kişilere içki ikram edip yakınlaşıyor, daha sonra onları bedenleri tahrip olmayacak şekilde boğup öldürerek cerrah doktor Knox’a satıyordu. 1829’da Burke yakalanıp asılacak, doktor Knox’a ise herhangi bir suçlama yöneltilmeyecekti. Doktorların kadavralarla ilişkisi sadece para ödeyerek onları elde etmekle sınırlı değildi, bazı doktorlar kadavrayı parçalayıp, inceleyip işlerini bitirdikten sonra geriye kalan parçaları Londra’daki vahşi hayvan bakıcılarına satıyorlar, bazen de kendileri için sabun ve mum yapıyorlardı. Öte yandan “kadavrayı canlandırmak” sadece Doktor Victor Frankenstein’in kurgusal dünyasıyla sınırlı değildi! XIX. yüzyıl başlarında “bilimle donanmış, aydınlanmış” doktorlar kadavranın değişik yerlerini harekete geçiren teknikler geliştirmişlerdi. “Elektrikçi” profesör Giovanni Aldini kadavralarla yaptığı “performanslarla” ünlüydü. Helen MacDonald’ın “Legal Bodies: Dissecting Murderers at the Royal College of Surgeons, London, 1800-1832” adlı yazısında anlattığı gibi Aldini bir keresinde iki kadavranın kesilmiş başlarını iki ayrı masaya koyup bunları bir elektrik arkıyla iletişime geçirmiş, bunun sonucu olarak kesik başların yüzlerini ürkütücü bir biçimde buruşturması salondaki izleyicileri korku içinde bırakmıştı. Adlini bir başka kez başsız bir kadavranın madeni bir parayı eliyle kavrayıp salonun karşı tarafına fırlatmasını sağlamıştı.



Kadavranın tedariki sınıfsal bir boyut taşıyordu. Gizlice mezarlarından çıkarılan cesetler daha çok yoksulların, kimsesizlerin, evsizlerin bedenleriydi. Zengin aileler yeni gömülen yakınlarının mezarları başında birkaç hafta bekleyecek silahlı gözcüler tutuyorlardı. Mezarlardan kadavra sağlanması zenginlerin yattığı iyi korunan mezarlıklardan ziyade yoksul mezarlıklarında gerçekleşmekteydi. Kadavra olarak satılmak üzere öldürülen kişiler de yoksul, işsiz, toplumun kenarında yaşayan kişilerdi. İngiltere’de 1832’de çıkarılan Anatomi Yasası kimsenin sahip çıkmadığı ölülerin teşrihini zorunlu hale getirecek ve böylece kimsesiz ve yoksul kişilerin kaldığı islah evleri anatomi laboratuarlarına en çok kadavra sağlayan yerler olup çıkacaktı. Kadavra sağlamada ikinci sırayı akıl hastaneleri alıyordu. Öte yandan kadavra ırksal bir boyuta da sahipti. Elizabeth Klaver’in belirttiği gibi XIX. yüzyıl ortasında ABD’de kesilip incelenen kadavraların çoğu yoksul siyahlara aitti. İngiltere’de 1832’den sonra zaman içinde kadavranın teşrihi kamuya açık bir gösteri olmaktan uzaklaştı, anatomi laboratuarlarının kapalı kapıları ardında gerçekleşmeye başladı. Bedeni kadavra olarak kullanılmak üzere tıbba bağışlama fikri yaygınlaştırılmaya çalışıldı. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren tıp kurumu halk nezdindeki kötü itibarını düzeltebilmek amacıyla kendisine kadavra teslim eden cellatlarla, mezar soyguncularıyla arasına mesafe koymaya yöneldi. Aynı dönemde, daha önceki yüzyıllarda farklı kültürlerin , mezar kazıcılarının, rahiplerin, Charlemagne gibi kralların (Charlemagne çok sevdiği metresi öldükten sonra bir dönem üzerine parfüm sıkarak onunla aynı yatağı paylaşmıştı.), yeni ölmüş kadınların bedenlerinin satıldığı pazarlardan ceset satın alanların ölü bedenlerle ilişki kurma pratiği bu kez bir sapkınlık, akıl hastalığı olarak kuruldu.



Nekrofili kavramı XIX. yüzyıl ortalarında Belçikalı psikiyatrist Joseph Guislain tarafından icat edildi. Dany Nobus’un “Over My Dead Body: On the Histories and Cultures of Necrophilia” adlı yazısında söylediği gibi (Inappropriate Relationships’in içinde) nekrofili kavramı 1860’lı yıllarda Alman ve Fransız psikiyatristlerinin vokabülerine girdi. Richard Von Krafft-Ebing 1866’da yayınlanan ünlü Psychopathia Sexualis adlı yapıtında nekrofiliyi bir sapkınlık olarak adlandıracak, çavuş Bertrand ve diğer nekrofilleri inceleyecekti. XIX. yüzyıl ölü seviciliğin “doğallığını yitirdiği” bir dönem oldu! Mezarlıkların şehir dışına çıkarılmasıyla, ölümün gitgide gözden uzaklaştırılmasıyla, ölümle yaşamın net sınırlarla birbirinden ayrılmasıyla birlikte nekrofili “özneleştirilme sürecinde uygun bir şekilde biçimlendirilememiş bireyin kurumsal yasağı ihlali” biçimini aldı. Ölü bedene karşı kurumlarca konulan mesafenin mutlaklaştırılması ile birlikte bedenin ölü haline yönelik ilgi bireysel sapkınlık düzlemine kaydı. Seri katillerden Karın Deşen Jack öldürdüğü kadınların bedenlerini bir cerrah gibi yararken, doktor Herman Mudgett içinde kurbanlarının kadavralarını kestiği bir otopsi odası olan bir evde yaşamaktaydı. Öte yandan eskiden “nekrofilin” ölü bedene yaklaşımı daha çok “şahsilik” içerirken yeni dönemde bu yaklaşım cerrahların kadavraları nesneleştiren yaklaşımına benzemeye başladı. Nekrofilinin bir sapkınlık olarak kurulması, ölü bedenin nesneleştirilmesi ve ticarileştirilmesi ile aynı dönemde gerçekleşti. XIX. yüzyılın ikinci yarısında randevu evlerindeki “ölü odalarında” fahişeler nekrofillerin fantezilerini tatmin etmek için –gerekli makyaj ve giysilerin desteğiyle-ölü rolü yapmaktaydı. Öte yandan tıbbın ölü bedenin şahsiliğini yok sayıp onu bir nesneye indirgemesi nötr bir olgu değildi. Tıbbın nesneleştirici bakışı erildi ve belki de bu nedenle –canlı ve ölü bedenin gerçekliğine en yakın olan-kadınlar ölen yakınlarının bedenlerini anatomi laboratuarına teslim etmemek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Elizabeth Klaver otopsiyi tamamen savunmasız bedene yönelik bir tür nekrofilik tecavüz olarak değerlendirecekti. Otopsi bedenin içinin en özel yerlerine yönelik -kesici fallik aletler kullanarak gerçekleştirilen- cerrahi bir penetrasyondu, bedenin iç çıplaklığına yönelik bir röntgencilikti. Patricia MacCormack “Pleasure, Perversion and Death: Three Lines of Flight for the Viewing Body” adlı yazısında adli tıp patologunun sosyal olarak kabul edilmiş bir nekrofil olduğunu söyleyecekti.



Modernliğin nesneleştirdiği -canlı ve ölü-beden ağırlıklı olarak kadın bedeniydi. Büyük çoğunluğu erkek olan ve reddedilmeye tahammülleri olmayan nekrofiller esas olarak ölü kadın bedenlerine yönelmekteydi. Eric Fromm’a göre nekrofil kişiler kadın bedenini bir makine, bir mal olarak görmekteydi. Direnmeyen, itiraz etmeyen ölü beden tam kontrole ve sınırsız güç kullanımına imkan vermekteydi. Öte yandan ölü kadın bedenine yönelik erkek ilgisi sadece nekrofili bağlamında değil aynı zamanda estetik-sanatsal düzeyde de ortaya çıkmaktaydı. Ölü kadın bedenlerinin temsili, erkek dünyasında büyüleyici bir etki yaratmaktaydı. Edgar Allan Poe güzel bir kadının ölümünün dünyadaki en poetik konu olduğunu söyleyecekti. Öte yandan ölü kadın bedenlerinin estetik sunumu eril dokunma yerine bakışı ikame ederek “sapkınlığı” gizliyordu. Elizabeth Bronfen’in dikkat çektiği gibi batıda XVIII. ve özellikle XIX. yüzyıllarda resimde ölü kadın bedenlerinin temsili yaygınlaşmış, ölü kadın bedeni bir sanat objesine dönüştürülmüştü. Bu beden bir yandan öteki, tekinsiz, fetiş olarak sunulurken öte yandan bu tehlikeli bedenin kımıltısız bir şekilde yatmasıyla eril kültürel normlar yeniden onaylanıyor ve sağlamlaştırılıyordu. Ölü kadın bedeninin görsel olarak oyuncak bebek benzeri imajlara indirgenmesiyle bu bedenin yıkıcı, belirsiz niteliği kontrol altına alınıyor ve erkekler bu bedeni hayranlıkla seyrediyorlardı. Sander Gilman’a göre canlı kadın bedeninin cansız oyuncak bebeklere indirgenmesi- değişken, tehlikeli bir şekilde akışkan, istikrarsız kadın bedenini temizlenmiş ve hareketsiz bir biçime sokarak – hem cinselliğin hem de ölümün kontrol altına alınmasına hizmet etmekteydi. Ölü kadın bedeni içine sokulduğu bu pasif biçim altında, bir sanat objesi olarak, hayatta kalan erkek izleyicinin bakışına sunulmaktaydı.



1970’ler sonrasının post modern toplumunda “ölüm kültürü” sıçrama yaptı. Nekrofili kendine edebiyatta, sinemada, müzikte yer buldu. Popüler kültür ölü bedeni baş tacı etti, adli tıbba ilişkin pratikler eğlence kültürünün konuları haline geldi. Cenaze levazımatçıları, adli tıp uzmanları televizyon dizilerinin yeni kahramanları olarak izleyici karşısına çıktı. Televizyonlarda gerçek insan kadavrası üzerinde gerçekleştirilen otopsilerin yayınlandığı programlar yüksek reytinglere ulaştı. Kadavralar internette satışa çıkarıldı. Kadavraların kesilip açıldığı, iç organların cam fanuslar içinde sergilendiği sanatsal performanslar gerçekleştirildi. Televizyonda, öldürülmüş genç kadın bedenlerinin bolca sergilendiği polisiye diziler izleyici rekoru kırdı. Ölü kadın bedeninin sunum biçimleri bir yandan kadını kurban statüsüne indirgerken öte yandan onu erotikleştiriyor, fetişleştiriyordu.


YAŞAR ÇABUKLU


KAYNAKLAR:


Elisabeth Bronfen, Over Her Dead Body: Configurations of Femininity, Death and the Aesthetic, Routledge, 1992, 450 s.

Elizabeth Klaver, Sites of Autopsy in Contemporary Culture, State University of New York Press, 2005, 180 s.

Rafael Mandressi, Regard de l’anatomiste: Dissections et invention du corps en occident, Seuil, 2003, 352 s.

Tim Marshall, Murdering to Dissect: Grave Robbing, Frankenstein, and the Anatomy Literature, Manchester University Press, 1996, 256 s.

Sander Gilman, Difference and Pathology: Stereotypes of Sexuality, Race and Madness, Cornell University Press, 1985, 340 s.

Der. Robin Goodwin, Duncan Cramer, Inappropriate Relationships: the Unconventional, the Disapproved, and the Forbidden, LEA, Inc., 2002, 296 s.

Eric Fromm, The Anatomy of Human Destructiveness, Owl boks; New Ed Edition, 1992, 240 s.

Richard Von Krafft-Ebing, Psychopathia Sexualis, Arcade Publishing, 1998, 464 s.






No comments: