Monday, July 29, 2019

ESTETİK CERRAHİ VE GÜZELLİK KÜLTÜRÜ






ESTETİK CERRAHİ VE GÜZELLİK KÜLTÜRÜ


Günümüzde yağ aldırma, karın germe, yüz germe, kaş kaldırma, burun ucunun kaldırılması, burun deliklerinin daraltılması, alın germe, saç ekimi, cilt yenilenmesi, penis uzatılması, kızlık zarı dikilmesi, yeni meme yapılması, meme büyütme, meme küçültme vb. başlıklar altında anılan plastik cerrahinin tarihi binlerce yıl geriye kadar uzanıyor. Eski Mısır ve Hint uygarlıklarında burun, kulak ve dudak rekonstrüksiyonu yapılmaktaydı. Helenistik dönemde ve Roma imparatorluğu döneminde de plastik cerrahi ameliyatları gerçekleştirilmekteydi. Batıda ortaçağda plastik cerrahi kayda değer bir varlık gösteremedi, kilise zaman zaman cerrahi müdahalelere karşı tavır aldı.


Batıda modern anlamda plastik cerrahinin gelişmesi Rönesans’la birlikte gerçekleşti. Bu dönemdeki cerrahi estetik olmaktan ziyade rekonstrüktifti, farklı nedenlerle yok olan, şekli bozulan, hasar gören organların onarılmasını, yeniden oluşturulmasını amaçlamaktaydı. Sander L. Gilman’ın Making the Body Beautiful adlı kitabında söylediği gibi XVI. yüzyıldaki plastik cerrahi ameliyatları büyük ölçüde frengili (sifilis) kişilerin burunlarının yeniden yapılmasına yönelikti. Dönemin en ünlü plastik cerrahı kilisenin hoşlanmadığı İtalyan Tagliacozzi idi. Tagliacozzi frengiden ya da düello sonucu burunları hasar gören kişilerin burunlarını onarmaktaydı. Plastik cerrahi XVI. yüzyılın sonlarından itibaren bir durgunluk dönemine girdi ve bu durum XVIII. yüzyılın sonlarına kadar sürdü.


Batıda XVIII. yüzyılın sonlarında boyundan alınan bir deri parçası ile dudak rekonstrüksiyonu gerçekleştirildi. Aynı dönemde Hindistan’da ameliyatla burun onarımı yapılmaktaydı. Batıda plastik cerrahi sözcüğü henüz yaygınlık kazanmamıştı ve esas olarak burun ameliyatını akla getiren bir sözcüktü. 1818’de ünlü Alman cerrah Carl Ferdinand von Graefe’nin Rhinoplastik adlı çalışmasının yayınlanmasıyla birlikte cerrahide plastik sözcüğü yaygın olarak kullanılmaya başladı. Batıda XIX. yüzyılın ilk yarısında plastik cerrahi dendiği zaman kastedilen estetik cerrahi değil rekonstrüktif cerrahiydi. Yüzü daha güzel hale getirmek amacıyla başvurulan estetik cerrahi değersiz, önemsiz olarak görülmekteydi. Tanınmış Alman yüz cerrahı Johann Friedrich Dieffenbach 1840’larda “gerçek” rekonstrüktif cerrahinin karşıtı olarak güzellik cerrahisi deyimini kullanacaktı. Bu dönemde estetik cerrahi gereksiz bir müdahale ya da gösteriş olarak görülmekteydi. Rekonstrüktif cerrahi ise doğuştan eksik ya da kusurlu olan ya da bir kaza sonucu yok olan ya da şekli bozulan organların yeniden oluşturulmasını amaçladığı için tıp çevrelerinde görece daha saygıdeğer bir konuma sahip görülüyordu. Öte yandan gerek rekonstrüktif cerrahi olsun gerek estetik cerrahi olsun her ikisi de tıp alanında kendi başlarına ayrı, bağımsız bir branş olarak görülmüyor, küçük bir yan uğraş olarak değerlendiriliyordu. Dönemin tıp camiasının görüşüne göre asıl olan hayat kurtaran cerrahiydi.



Batıda XIX. yüzyılın son döneminde plastik cerrahinin gelişmesi hızlandı. Hasarlı organların işlevine, fonksiyonuna önem veren yaklaşım gücünü korumakla birlikte bu organların estetik görüntüsüne yapılan vurgu artmaya başladı. Bu dönemde plastik cerrahinin etkinlik alanının genişlemesinin bir nedeni ölüme yol açabilen genel anesteziden farklı olarak güvenli olan lokal anestezinin yaygın olarak kullanılmasıydı. Öte yandan ameliyatlarda sık sık ölüme sebebiyet veren enfeksiyon riskinin antisepsi sayesinde çok azaltılmış olması da estetik cerrahi ameliyatlarına olan talebin artmasını beraberinde getirmişti. Tüm bunlara karşın XIX. yüzyıl kültürü henüz estetiğin işlev üzerinde, bedenin dışının bedenin tinsel içi üzerinde egemenlik kurduğu bir kültür olmaktan uzaktı! Protestan Viktoryen kültür ortamında dışsal güzelliğin insanın tinsel güzelliğini, iyi karakter özelliklerini yansıttığı düşünülmekteydi. Herkesin yaşına uygun davranmasının beklendiği koşullarda örneğin yaşlı kadınların daha güzel görünmek için estetik ameliyat yaptırması uygunsuz bulunmaktaydı. Öte yandan organların estetik görüntüsüne oranla organların fonksiyonuna yapılan vurgu o kadar fazlaydı ki estetik cerrahi meşru bir tıbbi pratik olarak kabul görmemesinin dışında tıp camiasında kavram olarak bile yerleşiklik kazanmakta zorlanıyordu. XIX. yüzyılın “inşa toplumu” esas olarak rekonstrüktif cerrahiye, o da sınırlı olarak kapılarını açmıştı. Bununla birlikte Rönesans’la birlikte gelişmeye başlayan “güzellik kültürü” sonunda modernliğin işlev ve toplumsal disiplin kültürüne kendini kabul ettirmeyi başaracak, disiplinle estetik el ele tutuşacaktı!



Bireyin mutluluğunu öne çıkaran Aydınlanma düşüncesi bu yolda her bireyin kendini yeniden oluşturma, yaratma çabasını meşru bir edim olarak görmekteydi. Bedenin “çirkinliğinin” bireyleri mutsuz ettiğini düşünen XIX. yüzyılın estetik cerrahları ameliyatla insanları mutlu edebileceklerine inanıyorlardı. Bu cerrahlar yüz estetiğinde Rönesans sanatıyla birlikte gelişen güzellik anlayışını kendilerine model almışlardı. Grek burnu revaçtaydı. Yüz estetiğinde bir diğer önemli kriter simetriydi. Güzel olan yüz simetrik, orantılı, muntazam, dengeli olandı. Simetri aynı zamanda diş estetiği açısından da önemli bir konuydu. Simetrik bir biçimde gülüşün kişiye artı puan kazandırdığı düşünülmekteydi. Modernliğin yüksek sanatının portre resimlerine hayran olan estetik cerrahlar kendilerini birer sanatçı, heykeltıraş olarak görmeye başlamışlardı ve bir ücret karşılığında ameliyat masasında müşterilerinin yüzlerini yüksek sanatın kriterlerine göre biçimlendirmeye hazırlardı. Modernliğin bilimi de yüze biçim verme konusunda estetiğin yardımına koşmuştu. Orantılı yüzün nasıl olması gerektiği matematiksel ölçümler yapılarak hesaplanmaktaydı. Öte yandan estetik cerrahinin yaratmaya çalıştığı ideal yüz batılı, orta sınıftan, heteroseksüel, beyaz erkeğin yüzüydü. Asimetrik yüzün “keşfedilmesi” ilk defa XIX. yüzyılda bir akıl hastanesinde kalan deliler üzerine yapılan bir araştırma sonucu gerçekleşecek, burada kalan tüm akıl hastalarının asimetrik yüze sahip olduğu gözlemlenecekti!(öte yandan XIX. yüzyıl sonlarında yapılan çalışmalar tüm yetişkin insanların asimetrik yüze sahip olduklarını ortaya çıkaracaktı). Modernliğin plastik cerrahisi Afrikalıları, Yahudileri, göçmenleri, akıl hastalarını, sıra dışı olanları ötekileştiren disipliner pratiklerin işbirlikçisiydi.



Modernlik için güzellik-mutluluk-sağlık-normallik-ahlaklılık bir yanda, çirkinlik-mutsuzluk-hastalık-anormallik-ahlaksızlık öte yandaydı. XVI. yüzyılda olduğu kadar XIX. yüzyılda da plastik cerrahinin en önemli uğraşlarından biri frengili kişilerin burunlarını onarmaktı. Frengili insanın çökük burnu sadece hasta birinin burnu olarak değil aynı zamanda ahlaksız, yoz, kirli, tehlikeli, kötü karaktere sahip birinin burnu olarak görülmekteydi.“Normal burna” sahip olmayanlar sadece frengili kişiler değildi. XVIII. yüzyıl sonlarında çok küçük burnun aşağı ırkların çirkin bir özelliği olduğu düşünülmekteydi. Bu tür burun patolojik ya da ilkel olarak değerlendiriliyordu. Yassı burun ise Afrikalıların bir özelliği olarak görülmekteydi. Antropologlar Afrikalıların ve Yahudilerin burunlarını onların “ilkel” doğasının bir tezahürü olarak göreceklerdi. Gilman, Creating Beauty to Cure the Soul adlı kitabında XIX. yüzyıl sonlarında Yahudilerin “gaga burnunun” onların “hasta ruhlarının” bir belirtisi olarak değerlendirildiğini söyleyecekti. Bedenin bazı yerlerinin ırksallaştırılması Yahudilerin ötekileştirilmesine hizmet etmekteydi. Yahudilerin esas olarak sağlıksız, yoz ve çirkin olduğu düşünülüyor Yahudilik sık sık frengi gibi hastalıklarla ilişkilendiriliyordu. Yahudilerin “normal olmayan” yerleri sadece burunları değildi! Dönemin ideolojisi Yahudileri (özellikle erkekleri) “kepçe kulaklı” olarak tanımlamaktaydı ve dönemin plastik cerrahları bu tür kulakları düzeltmek için epey ter dökecekti! XIX. yüzyılda burunlarından dolayı ayrımcılığa uğrayan bir başka topluluk ABD’de yaşayan İrlandalı göçmenlerdi. Ucu kalkık ve basık burunlu olarak tanımlanan bu göçmenlerin burunları Afrikalıların burunlarına benzetiliyor ve olumsuz sözcüklerle birlikte anılıyordu. İngiltere’de ise “İrlandalı burnu” hastalıklı bir durumun tezahürü olarak görülmekteydi. Dönemin egemen düşüncesi büyük, sarkan göğüsleri ve karın sarkıklığını “İlkel bedenin”, Afrikalıların, alt sınıfların özellikleri olarak görmekteydi. Orta sınıftan “modern” kadınların göğüsleri ise sarkmayan, sıkı göğüsler olarak kurulmuştu. Plastik cerrahi XIX. yüzyıl sonlarından başlayarak karın gerdirme ve göğüs küçültme ameliyatlarını gerçekleştirmeye başlayacaktı. Öte yandan içkiye düşkün olanlar da “ayık modernliğin” ötekileştirici basıncından paylarına düşeni almışlardı; büyük, kırmızı burun alkolikliğin ve kötü karakterin bir işareti olarak görülüyordu.



Plastik cerrahi modernliğin bedenleri “normalleştirme”, egemen ırksal, sınıfsal, cinsel, vb. standartları dayatma politikaları ile işbirliği içindeydi. Gilman’ın dikkat çektiği gibi “norm dışı bedensel özellikleri” nedeniyle üzerlerinde egemen standartların ötekileştirici, dışlayıcı basıncını hissedenlerden bir kısmı plastik cerrahinin yardımıyla “normal” topluluğun içinde “görünmez” hale gelmek istiyordu. Öte yandan modernlik “suçlu ötekilerin” (özellikle Yahudilerin ve Afrikalıların)plastik cerrahiyle görünümlerini değiştirerek “normal” topluluğun içine “sızmasından” endişe ediyordu. Bedeni “objektif” sınıflandırmalara dayanarak sabit bir biçimde tanımlanmış ötekiyi kontrol etmek daha kolaydı. Nazi Almanya’sında bir dönem askerler Yahudi olduklarından şüphelendikleri kişilerin zorla pantolonlarını indirtip penislerini kontrol ediyorlardı ve bu nedenle bazı Yahudiler penis ön derisini plastik cerrahi yoluyla yeniden yaptırmaktaydı(decircumcision). XX. yüzyıl başlarında ABD’de Afrikalılara yönelik linçlerin gerçekleştiği dönemde bazı Afrikalılar “daha az zenci görünmek için” plastik cerrahiye başvuruyorlardı. Modernliğin “çirkinliği” aşağılayan, normalliği birinci sıraya koyan yaklaşımı sadece ideolojik bir basınç yaratmakla kalmıyordu. Şikago’da 1911-1974 yılları arasında yürürlükte olan “çirkin yasaları” (Ugly Laws) kamusal yerlerde dolaşan “çirkin görünümlü, göze hoş görünmeyen, tiksindirici” kişilerin para cezasına çarptırılmasını öngörmekteydi. Nazi Almanya’sında ve Mussolini İtalya’sında “çok çirkin” subayların yüzlerine estetik ameliyat yaptırmaları zorunluydu.



Plastik cerrahi bireylerin “dışsal çirkinliklerini” düzelterek onları mutlu kılmak istiyordu! Alfred Adler’in geliştirdiği “aşağılık kompleksi” yaklaşımı çirkin bir fizyonominin mutsuz bir psişeye yol açtığı iddiasını güçlendirmek için kullanılmaktaydı. Psikanalizin gelişmesiyle plastik cerrahinin gelişmesi arasında paralellik kuran Gilman plastik cerrahların terapistlerinkine benzer bir şekilde hastalarını ruhsal sağlıklarına yeniden kavuşturmaya çalıştığını söyleyecekti. Plastik cerrahinin, özellikle rekonstrüktif cerrahinin, “sosyal misyonu” ise esas olarak Birinci Dünya Savaşıyla birlikte ortaya çıkacaktı. Savaşta yüzleri parçalanmış çok sayıda askerin rekonstrüktif/estetik ameliyatla yeniden “normal görünümlü nüfus içinde yaşayabilir hale getirilmesi”, “çirkinliği kamusal alana sokmamaya kararlı” olan devletin bir politikası olup çıkacaktı. Savaştan sonraki dönemde plastik cerrahi saygın bir konum kazandı ve kurumsallaşmaya yöneldi. XX. yüzyıl başlarında plastik cerrahi çok az sayıda cerrah tarafından gerçekleştirilen bir yan uğraştı ve tıp camiası tarafından meşru bir pratik olarak görüldüğü söylenemezdi. Ameliyatların büyük bir kısmı “şarlatan doktor” olarak nitelendirilen- bununla birlikte bazıları buluşlarıyla plastik cerrahinin gelişmesine katkılarda bulunan- “alaylı” cerrahlarca gerçekleştirilmekteydi.



Öte yandan bu dönemde estetik cerrahi ameliyatlarına olan talep artmaya başlamıştı. XIX. yüzyıldaki ruh güzelliğine önem veren Protestan Viktoryen kültür yerini bedenin dışsal güzelliğini öne çıkaran, fiziksel güzelliğin içsel güzellikten bağımsız ve değiştirilebilir olduğunu düşünen yeni bir seküler tüketici kültürüne bırakmaktaydı. Kathy Davis “Cosmetic Surgery in a Different Voice: The Case of Madame Noel” adlı yazısında 1900’lerde kitle güzellik kültürünün gelişmeye başladığını, yaşlı kadınların genç görünmek istemesinin artık garipsenmediğini, güzellik salonlarının, kuaförlerin açıldığını, yüz gerdirme, burun düzeltme ameliyatlarının yapıldığını söyleyecekti. Kozmetik cerrahinin ticarileşmesi ile birlikte bu alanda çalışan cerrahların sayısı arttı. 1920’lerden itibaren kozmetik cerrahi tıp camiası içinde kendine meşru bir yer edinmeye başladı. Ancak plastik cerrahinin kurumsallaşması esas olarak İkinci Dünya Savaşından sonra gerçekleşti. Elizabeth Haiken savaş sonrasında plastik tıp cerrahlarının “şarlatan cerrahları” piyasadan silmeyi başardıklarını, tıbbi müdahaleleri pazarlamada doktorlar arasında liderliği ele geçirdiklerini, plastik cerrahinin savaş sonrası refah toplumunun en önemli unsurlarından biri haline geldiğini öne sürecekti.



Modern toplumun plastik cerrahisinin pratiği toplumsal birer kurgu olan sınırlı sayıdaki normallik ve güzellik standartlarının dışında kalan durumlar çerçevesinde şekilleniyordu. 1920’lerden sonra gelişmesi hızlanan ticari kitle kültürü plastik cerrahinin “normal olmayan” bedenleri az sayıdaki norma uydurma çabasını beraberinde getirmiş ancak “normsal çeşitlilik” mevcut olmadığı için plastik cerrahi piyasası derinleşememişti. Modern toplum bir “estetik toplumu” olmaktan ziyade bir “işlev, yapım, onarım” toplumuydu. Bedenin kitlesel ölçekte bir estetik, sanat ve eğlence objesine dönüştürülmesi 1960’lardan sonra post modern toplumda gerçekleşecekti. Plastik cerrahiye ilişkin olarak post modern toplumda modernliğin “tek doğru norm” yaklaşımı güç kaybetti, normsal çeşitlilik gelişti. Modernliğin küçümsediği “etnik” yüz özellikleri (çıkık yanak kemiği, geniş burun vb.) çeşitlenen güzellik normları arasında kendilerine yer buldu. Artık bireyler yüzlerinin farklı bölgelerini tek bir evrensel modele göre değil, beğendikleri oyuncuların ya da şarkıcıların yüzlerini model alarak değiştirebiliyorlardı. Modernliktekinden farklı olarak bedenin birliği, bütünlüğü sarsılmış, beden tercihe bağlı olarak her biri yenilenebilir, değiştirilebilir parçalardan oluşan bir kolaja dönüştürülmüştü. Model alınan şöhretler sık sık estetik ameliyat yaptırdıkça hayranları da benzer bir yönelime giriyorlardı. Kişinin bedenini sürekli değişen estetik standartlara uyarlaması bir yaşam tarzına dönüşmüş, “in” olmanın bir koşulu haline gelmişti.



Bedenin doğallığının, değişmez organikliğinin gözden düştüğü post modern toplumda geniş orta sınıflar “estetik cerrahi müptelası” olmuşlardı. Virginia Blum’un “Becoming the Other Woman: The Psychic Drama of Cosmetic Surgery” adlı yazısında belirttiği gibi( Frontiers: A Journal of Women Studies, 26. 2. 2005) kozmetik cerrahi kültürü post endüstriyel kapitalizmin öznesinin arzusunun sonu gelmez bir biçimde kurulmasından besleniyordu. Güzelliğin gitgide artan bir biçimde farklı, çeşitli, heterojen bir görünüm arz ettiği bu sistemde güzel olmak imkansız hale gelmekteydi. Kişinin fiziksel görünümü ne olursa olsun sonunda yetersiz kalmaya mahkum hale gelmekte, birey bedenini yeniden değiştirme ihtiyacı duymaktaydı. Estetik cerrahiye bir kez başvuran kadın bu çevrime kapılıyor, sonu gelmez bir süreç boyunca beden parçalara indirgeniyor ve yeniden oluşturuluyordu. Sistem ideal güzel kadının yaratılmasını bir grup kadının bedenlerinin değişik parçalarının bir araya getirilmesine indirgemişti. Tüketim kapitalizmi mali fırsatları çoğaltmak için bedeni parçalara ayırmaktaydı. Robyn Fadden “On the Cutting Edge: Plastic Surgery, Fashion and Change in Popular Culture” adlı yazısında ( Journal for the Arts, Sciences and Technology, Cilt 2, sayı 2, 2004) estetik cerrahi nedeniyle tıbbi tekniklerin moda ve güzellik endüstrisinin birer parçası olarak popüler kültüre girdiklerini söyleyecekti. Bedenin ve kişinin metalaştığı, yüzeyin birinci sıraya geçtiği post modern toplumda kozmetik cerrahi yüzeyi keserken aynı zamanda üzerinde çalışacağı yeni yüzeyler ortaya çıkarmaktaydı. Virginia Blum’a göre (Flesh Wounds’un içinde) günümüzde bireyler kimliklerini bedenlerinin yüzeyi üzerinden kurmaktaydı.



Kathy Davis’in de dikkat çektiği gibi kozmetik cerrahi hem sayısal anlamda hem de meslek ethosu anlamında erkeklerin egemen olduğu bir tıbbi uzmanlık alanı idi. Günümüzde bile kadın estetik cerrahların sayısı azdı. Popüler kültürde, erkek estetik cerrahlarla ilgili olarak, kadın bedenine kahramanca müdahalelerde bulunan bağımsız, cesur erkek imajı yaratılmak istenmekteydi. Virginia Blum, Flesh Wounds adlı kitabında erkek estetik cerrahların, temsil ettiklerini düşündükleri estetik standartlar doğrultusunda kadınlar için bir kimlik inşa etmeye çalıştıklarını, kendilerini beden eleştirmenleri ve mükemmelleştiricileri olarak gördüklerini söyleyecekti. Kadınlara bedenlerinin müdahale edilmediği taktirde değersizleşeceği, her şeyi kaybedebilecekleri söylenmekteydi. Beden imaj-bilimcilerinin çalışmaları kadınları daha endişeli hale getirmekteydi. Deborah A. Sullivan’a göre imaj saplantılı bir tüketimciliğe vücut veren kozmetik cerrahi toplumsal olarak cinsiyetlendirilmiş inançları kadınların bedeninin üzerine kazımaktaydı. Kozmetik cerrahinin güzellik endüstrisinin, kadın güzellik sisteminin pratiklerine ve teknolojilerine ait olduğuna dikkat çeken Kathy Davis bu sistemin kadınları disiplin altına aldığını, aşağı bir konuma yerleştirdiğini, güçsüzleştirdiğini söyleyecekti. Kadınların bedenleri çirkin, kusurlu ve sürekli düzeltilmeye ihtiyacı olan bedenler olarak kurulmaktaydı(Reshaping the Female Body’nin içinde).



Yukarıda bahsedilen tüm eleştirilere karşın Kathy Davis ve diğer bazı yazarlar estetik cerrahinin aynı zamanda kadınların acısını azalttığı, onların hayatına bazı olumlu katkılarda bulunduğu yolunda görüşleri savunuyorlar.. Kathy Davis estetik cerrahinin kadınlara basit bir şekilde dayatılarak kabul ettirilen bir şey olmadığını, kadınların bu ameliyatları şevkle arzuladığını söylüyor. Bazı durumlarda ekonomik baskıların kadınları bu yöne ittiğini, yaşlı göründükleri gerekçesiyle iş başvuruları reddedilen kadınların estetik ameliyat dışında çare bulamadıklarını belirtiyor. Davis’in görüşlerinde bir doğruluk payı bulunmakla birlikte iktidarın kitlesel düzeyde özneleri kurduğunu, onların arzularını biçimlendirdiğini göz önünde bulundurduğumuzda estetik cerrahiye yönelen kadın kitlelerinin failliğinin pozitif anlamda mutlaklaştırılması sorunlu hale geliyor. Kathryn Pauly Morgan, Women and the Knife: Cosmetic Surgery and the Colonization of Women’s Bodies adlı yazısında ( Hypatia 1991, 6: 36) egemen koşulların kadınlara gerçek bir seçenek, tercih hakkı bırakmadığını söylüyor. Teknolojik güzellik şartı medya ve reklamlar vasıtasıyla kendi normlarını kadınlara dayatıyor, bu normlara uymayan kadınları damgalıyor. Kadında eskiden normal kabul edilen şey bu kez anormal, problemli, yetersiz olarak görülüyor ve zoraki bir gönüllülük temelinde kadınların bedeni erkekler tarafından sömürgeleştiriliyor.



YAŞAR ÇABUKLU


KAYNAKLAR:

Sander L. Gilman, Making the Body Beautiful, Princeton University Press, 2001, 424 s.

Sander L. Gilman, Creating Beauty to Cure the Soul: Race and Psychology in the Shaping of Aesthetic Surgery, Duke University Press, 1998, 176 s.

Kathy Davis, Reshaping the Female Body: The Dilemma of Cosmetic Surgery, Routledge, 1995, 211 s.

Deborah A. Sullivan, Cosmetic Surgery: The Cutting Edge of Commercial Medicine in America, Rutgers University Press, 2000, 233 s.

Virginia L. Blum, Flesh Wounds: Culture of Cosmetic Surgery, University of California Press, 2005, 384 s.

Elizabeth Haiken, Venus Envy: A History of Cosmetic Surgery, The John Hopkins University Press, 1999, 384 s.