ESTETİK
CERRAHİ VE GÜZELLİK KÜLTÜRÜ
Günümüzde
yağ aldırma, karın germe, yüz germe, kaş kaldırma, burun ucunun
kaldırılması, burun deliklerinin daraltılması, alın germe, saç
ekimi, cilt yenilenmesi, penis uzatılması, kızlık zarı
dikilmesi, yeni meme yapılması, meme büyütme, meme küçültme
vb. başlıklar altında anılan plastik cerrahinin tarihi binlerce
yıl geriye kadar uzanıyor. Eski Mısır ve Hint uygarlıklarında
burun, kulak ve dudak rekonstrüksiyonu yapılmaktaydı. Helenistik
dönemde ve Roma imparatorluğu döneminde de plastik cerrahi
ameliyatları gerçekleştirilmekteydi. Batıda ortaçağda plastik
cerrahi kayda değer bir varlık gösteremedi, kilise zaman zaman
cerrahi müdahalelere karşı tavır aldı.
Batıda
modern anlamda plastik cerrahinin gelişmesi Rönesans’la birlikte
gerçekleşti. Bu dönemdeki cerrahi estetik olmaktan ziyade
rekonstrüktifti, farklı nedenlerle yok olan, şekli bozulan, hasar
gören organların onarılmasını, yeniden oluşturulmasını
amaçlamaktaydı. Sander L. Gilman’ın Making the Body Beautiful
adlı kitabında söylediği gibi XVI. yüzyıldaki plastik cerrahi
ameliyatları büyük ölçüde frengili (sifilis) kişilerin
burunlarının yeniden yapılmasına yönelikti. Dönemin en ünlü
plastik cerrahı kilisenin hoşlanmadığı İtalyan Tagliacozzi idi.
Tagliacozzi frengiden ya da düello sonucu burunları hasar gören
kişilerin burunlarını onarmaktaydı. Plastik cerrahi XVI. yüzyılın
sonlarından itibaren bir durgunluk dönemine girdi ve bu durum
XVIII. yüzyılın sonlarına kadar sürdü.
Batıda
XVIII. yüzyılın sonlarında boyundan alınan bir deri parçası
ile dudak rekonstrüksiyonu gerçekleştirildi. Aynı dönemde
Hindistan’da ameliyatla burun onarımı yapılmaktaydı. Batıda
plastik cerrahi sözcüğü henüz yaygınlık kazanmamıştı ve
esas olarak burun ameliyatını akla getiren bir sözcüktü. 1818’de
ünlü Alman cerrah Carl Ferdinand von Graefe’nin Rhinoplastik adlı
çalışmasının yayınlanmasıyla birlikte cerrahide plastik
sözcüğü yaygın olarak kullanılmaya başladı. Batıda XIX.
yüzyılın ilk yarısında plastik cerrahi dendiği zaman
kastedilen estetik cerrahi değil rekonstrüktif cerrahiydi. Yüzü
daha güzel hale getirmek amacıyla başvurulan estetik cerrahi
değersiz, önemsiz olarak görülmekteydi. Tanınmış Alman yüz
cerrahı Johann Friedrich Dieffenbach 1840’larda “gerçek”
rekonstrüktif cerrahinin karşıtı olarak güzellik cerrahisi
deyimini kullanacaktı. Bu dönemde estetik cerrahi gereksiz bir
müdahale ya da gösteriş olarak görülmekteydi. Rekonstrüktif
cerrahi ise doğuştan eksik ya da kusurlu olan ya da bir kaza sonucu
yok olan ya da şekli bozulan organların yeniden oluşturulmasını
amaçladığı için tıp çevrelerinde görece daha saygıdeğer bir
konuma sahip görülüyordu. Öte yandan gerek rekonstrüktif cerrahi
olsun gerek estetik cerrahi olsun her ikisi de tıp alanında kendi
başlarına ayrı, bağımsız bir branş olarak görülmüyor, küçük
bir yan uğraş olarak değerlendiriliyordu. Dönemin tıp camiasının
görüşüne göre asıl olan hayat kurtaran cerrahiydi.
Batıda
XIX. yüzyılın son döneminde plastik cerrahinin gelişmesi
hızlandı. Hasarlı organların işlevine, fonksiyonuna önem veren
yaklaşım gücünü korumakla birlikte bu organların estetik
görüntüsüne yapılan vurgu artmaya başladı. Bu dönemde plastik
cerrahinin etkinlik alanının genişlemesinin bir nedeni ölüme yol
açabilen genel anesteziden farklı olarak güvenli olan lokal
anestezinin yaygın olarak kullanılmasıydı. Öte yandan
ameliyatlarda sık sık ölüme sebebiyet veren enfeksiyon riskinin
antisepsi sayesinde çok azaltılmış olması da estetik cerrahi
ameliyatlarına olan talebin artmasını beraberinde getirmişti. Tüm
bunlara karşın XIX. yüzyıl kültürü henüz estetiğin işlev
üzerinde, bedenin dışının bedenin tinsel içi üzerinde
egemenlik kurduğu bir kültür olmaktan uzaktı! Protestan Viktoryen
kültür ortamında dışsal güzelliğin insanın tinsel
güzelliğini, iyi karakter özelliklerini yansıttığı
düşünülmekteydi. Herkesin yaşına uygun davranmasının
beklendiği koşullarda örneğin yaşlı kadınların daha güzel
görünmek için estetik ameliyat yaptırması uygunsuz
bulunmaktaydı. Öte yandan organların estetik görüntüsüne
oranla organların fonksiyonuna yapılan vurgu o kadar fazlaydı ki
estetik cerrahi meşru bir tıbbi pratik olarak kabul görmemesinin
dışında tıp camiasında kavram olarak bile yerleşiklik
kazanmakta zorlanıyordu. XIX. yüzyılın “inşa toplumu” esas
olarak rekonstrüktif cerrahiye, o da sınırlı olarak kapılarını
açmıştı. Bununla birlikte Rönesans’la birlikte gelişmeye
başlayan “güzellik kültürü” sonunda modernliğin işlev ve
toplumsal disiplin kültürüne kendini kabul ettirmeyi başaracak,
disiplinle estetik el ele tutuşacaktı!
Bireyin
mutluluğunu öne çıkaran Aydınlanma düşüncesi bu yolda her
bireyin kendini yeniden oluşturma, yaratma çabasını meşru bir
edim olarak görmekteydi. Bedenin “çirkinliğinin” bireyleri
mutsuz ettiğini düşünen XIX. yüzyılın estetik cerrahları
ameliyatla insanları mutlu edebileceklerine inanıyorlardı. Bu
cerrahlar yüz estetiğinde Rönesans sanatıyla birlikte gelişen
güzellik anlayışını kendilerine model almışlardı. Grek burnu
revaçtaydı. Yüz estetiğinde bir diğer önemli kriter simetriydi.
Güzel olan yüz simetrik, orantılı, muntazam, dengeli olandı.
Simetri aynı zamanda diş estetiği açısından da önemli bir
konuydu. Simetrik bir biçimde gülüşün kişiye artı puan
kazandırdığı düşünülmekteydi. Modernliğin yüksek sanatının
portre resimlerine hayran olan estetik cerrahlar kendilerini birer
sanatçı, heykeltıraş olarak görmeye başlamışlardı ve bir
ücret karşılığında ameliyat masasında müşterilerinin
yüzlerini yüksek sanatın kriterlerine göre biçimlendirmeye
hazırlardı. Modernliğin bilimi de yüze biçim verme konusunda
estetiğin yardımına koşmuştu. Orantılı yüzün nasıl olması
gerektiği matematiksel ölçümler yapılarak hesaplanmaktaydı. Öte
yandan estetik cerrahinin yaratmaya çalıştığı ideal yüz
batılı, orta sınıftan, heteroseksüel, beyaz erkeğin yüzüydü.
Asimetrik yüzün “keşfedilmesi” ilk defa XIX. yüzyılda bir
akıl hastanesinde kalan deliler üzerine yapılan bir araştırma
sonucu gerçekleşecek, burada kalan tüm akıl hastalarının
asimetrik yüze sahip olduğu gözlemlenecekti!(öte yandan XIX.
yüzyıl sonlarında yapılan çalışmalar tüm yetişkin insanların
asimetrik yüze sahip olduklarını ortaya çıkaracaktı).
Modernliğin plastik cerrahisi Afrikalıları, Yahudileri,
göçmenleri, akıl hastalarını, sıra dışı olanları
ötekileştiren disipliner pratiklerin işbirlikçisiydi.
Modernlik
için güzellik-mutluluk-sağlık-normallik-ahlaklılık bir yanda,
çirkinlik-mutsuzluk-hastalık-anormallik-ahlaksızlık öte
yandaydı. XVI. yüzyılda olduğu kadar XIX. yüzyılda da plastik
cerrahinin en önemli uğraşlarından biri frengili kişilerin
burunlarını onarmaktı. Frengili insanın çökük burnu sadece
hasta birinin burnu olarak değil aynı zamanda ahlaksız, yoz,
kirli, tehlikeli, kötü karaktere sahip birinin burnu olarak
görülmekteydi.“Normal burna” sahip olmayanlar sadece frengili
kişiler değildi. XVIII. yüzyıl sonlarında çok küçük burnun
aşağı ırkların çirkin bir özelliği olduğu düşünülmekteydi.
Bu tür burun patolojik ya da ilkel olarak değerlendiriliyordu.
Yassı burun ise Afrikalıların bir özelliği olarak
görülmekteydi. Antropologlar Afrikalıların ve Yahudilerin
burunlarını onların “ilkel” doğasının bir tezahürü olarak
göreceklerdi. Gilman, Creating Beauty to Cure the Soul adlı
kitabında XIX. yüzyıl sonlarında Yahudilerin “gaga burnunun”
onların “hasta ruhlarının” bir belirtisi olarak
değerlendirildiğini söyleyecekti. Bedenin bazı yerlerinin
ırksallaştırılması Yahudilerin ötekileştirilmesine hizmet
etmekteydi. Yahudilerin esas olarak sağlıksız, yoz ve çirkin
olduğu düşünülüyor Yahudilik sık sık frengi gibi
hastalıklarla ilişkilendiriliyordu. Yahudilerin “normal olmayan”
yerleri sadece burunları değildi! Dönemin ideolojisi Yahudileri
(özellikle erkekleri) “kepçe kulaklı” olarak tanımlamaktaydı
ve dönemin plastik cerrahları bu tür kulakları düzeltmek için
epey ter dökecekti! XIX. yüzyılda burunlarından dolayı
ayrımcılığa uğrayan bir başka topluluk ABD’de yaşayan
İrlandalı göçmenlerdi. Ucu kalkık ve basık burunlu olarak
tanımlanan bu göçmenlerin burunları Afrikalıların burunlarına
benzetiliyor ve olumsuz sözcüklerle birlikte anılıyordu.
İngiltere’de ise “İrlandalı burnu” hastalıklı bir durumun
tezahürü olarak görülmekteydi. Dönemin egemen düşüncesi
büyük, sarkan göğüsleri ve karın sarkıklığını “İlkel
bedenin”, Afrikalıların, alt sınıfların özellikleri olarak
görmekteydi. Orta sınıftan “modern” kadınların göğüsleri
ise sarkmayan, sıkı göğüsler olarak kurulmuştu. Plastik cerrahi
XIX. yüzyıl sonlarından başlayarak karın gerdirme ve göğüs
küçültme ameliyatlarını gerçekleştirmeye başlayacaktı. Öte
yandan içkiye düşkün olanlar da “ayık modernliğin”
ötekileştirici basıncından paylarına düşeni almışlardı;
büyük, kırmızı burun alkolikliğin ve kötü karakterin bir
işareti olarak görülüyordu.
Plastik
cerrahi modernliğin bedenleri “normalleştirme”, egemen ırksal,
sınıfsal, cinsel, vb. standartları dayatma politikaları ile
işbirliği içindeydi. Gilman’ın dikkat çektiği gibi “norm
dışı bedensel özellikleri” nedeniyle üzerlerinde egemen
standartların ötekileştirici, dışlayıcı basıncını
hissedenlerden bir kısmı plastik cerrahinin yardımıyla “normal”
topluluğun içinde “görünmez” hale gelmek istiyordu. Öte
yandan modernlik “suçlu ötekilerin” (özellikle Yahudilerin ve
Afrikalıların)plastik cerrahiyle görünümlerini değiştirerek
“normal” topluluğun içine “sızmasından” endişe ediyordu.
Bedeni “objektif” sınıflandırmalara dayanarak sabit bir
biçimde tanımlanmış ötekiyi kontrol etmek daha kolaydı. Nazi
Almanya’sında bir dönem askerler Yahudi olduklarından
şüphelendikleri kişilerin zorla pantolonlarını indirtip
penislerini kontrol ediyorlardı ve bu nedenle bazı Yahudiler penis
ön derisini plastik cerrahi yoluyla yeniden
yaptırmaktaydı(decircumcision). XX. yüzyıl başlarında ABD’de
Afrikalılara yönelik linçlerin gerçekleştiği dönemde bazı
Afrikalılar “daha az zenci görünmek için” plastik cerrahiye
başvuruyorlardı. Modernliğin “çirkinliği” aşağılayan,
normalliği birinci sıraya koyan yaklaşımı sadece ideolojik bir
basınç yaratmakla kalmıyordu. Şikago’da 1911-1974 yılları
arasında yürürlükte olan “çirkin yasaları” (Ugly Laws)
kamusal yerlerde dolaşan “çirkin görünümlü, göze hoş
görünmeyen, tiksindirici” kişilerin para cezasına
çarptırılmasını öngörmekteydi. Nazi Almanya’sında ve
Mussolini İtalya’sında “çok çirkin” subayların yüzlerine
estetik ameliyat yaptırmaları zorunluydu.
Plastik
cerrahi bireylerin “dışsal çirkinliklerini” düzelterek onları
mutlu kılmak istiyordu! Alfred Adler’in geliştirdiği “aşağılık
kompleksi” yaklaşımı çirkin bir fizyonominin mutsuz bir psişeye
yol açtığı iddiasını güçlendirmek için kullanılmaktaydı.
Psikanalizin gelişmesiyle plastik cerrahinin gelişmesi arasında
paralellik kuran Gilman plastik cerrahların terapistlerinkine benzer
bir şekilde hastalarını ruhsal sağlıklarına yeniden
kavuşturmaya çalıştığını söyleyecekti. Plastik cerrahinin,
özellikle rekonstrüktif cerrahinin, “sosyal misyonu” ise esas
olarak Birinci Dünya Savaşıyla birlikte ortaya çıkacaktı.
Savaşta yüzleri parçalanmış çok sayıda askerin
rekonstrüktif/estetik ameliyatla yeniden “normal görünümlü
nüfus içinde yaşayabilir hale getirilmesi”, “çirkinliği
kamusal alana sokmamaya kararlı” olan devletin bir politikası
olup çıkacaktı. Savaştan sonraki dönemde plastik cerrahi saygın
bir konum kazandı ve kurumsallaşmaya yöneldi. XX. yüzyıl
başlarında plastik cerrahi çok az sayıda cerrah tarafından
gerçekleştirilen bir yan uğraştı ve tıp camiası tarafından
meşru bir pratik olarak görüldüğü söylenemezdi. Ameliyatların
büyük bir kısmı “şarlatan doktor” olarak nitelendirilen-
bununla birlikte bazıları buluşlarıyla plastik cerrahinin
gelişmesine katkılarda bulunan- “alaylı” cerrahlarca
gerçekleştirilmekteydi.
Öte
yandan bu dönemde estetik cerrahi ameliyatlarına olan talep artmaya
başlamıştı. XIX. yüzyıldaki ruh güzelliğine önem veren
Protestan Viktoryen kültür yerini bedenin dışsal güzelliğini
öne çıkaran, fiziksel güzelliğin içsel güzellikten bağımsız
ve değiştirilebilir olduğunu düşünen yeni bir seküler tüketici
kültürüne bırakmaktaydı. Kathy Davis “Cosmetic Surgery in a
Different Voice: The Case of Madame Noel” adlı yazısında
1900’lerde kitle güzellik kültürünün gelişmeye başladığını,
yaşlı kadınların genç görünmek istemesinin artık
garipsenmediğini, güzellik salonlarının, kuaförlerin açıldığını,
yüz gerdirme, burun düzeltme ameliyatlarının yapıldığını
söyleyecekti. Kozmetik cerrahinin ticarileşmesi ile birlikte bu
alanda çalışan cerrahların sayısı arttı. 1920’lerden
itibaren kozmetik cerrahi tıp camiası içinde kendine meşru bir
yer edinmeye başladı. Ancak plastik cerrahinin kurumsallaşması
esas olarak İkinci Dünya Savaşından sonra gerçekleşti.
Elizabeth Haiken savaş sonrasında plastik tıp cerrahlarının
“şarlatan cerrahları” piyasadan silmeyi başardıklarını,
tıbbi müdahaleleri pazarlamada doktorlar arasında liderliği ele
geçirdiklerini, plastik cerrahinin savaş sonrası refah toplumunun
en önemli unsurlarından biri haline geldiğini öne sürecekti.
Modern
toplumun plastik cerrahisinin pratiği toplumsal birer kurgu olan
sınırlı sayıdaki normallik ve güzellik standartlarının dışında
kalan durumlar çerçevesinde şekilleniyordu. 1920’lerden sonra
gelişmesi hızlanan ticari kitle kültürü plastik cerrahinin
“normal olmayan” bedenleri az sayıdaki norma uydurma çabasını
beraberinde getirmiş ancak “normsal çeşitlilik” mevcut
olmadığı için plastik cerrahi piyasası derinleşememişti.
Modern toplum bir “estetik toplumu” olmaktan ziyade bir “işlev,
yapım, onarım” toplumuydu. Bedenin kitlesel ölçekte bir
estetik, sanat ve eğlence objesine dönüştürülmesi 1960’lardan
sonra post modern toplumda gerçekleşecekti. Plastik cerrahiye
ilişkin olarak post modern toplumda modernliğin “tek doğru
norm” yaklaşımı güç kaybetti, normsal çeşitlilik gelişti.
Modernliğin küçümsediği “etnik” yüz özellikleri (çıkık
yanak kemiği, geniş burun vb.) çeşitlenen güzellik normları
arasında kendilerine yer buldu. Artık bireyler yüzlerinin farklı
bölgelerini tek bir evrensel modele göre değil, beğendikleri
oyuncuların ya da şarkıcıların yüzlerini model alarak
değiştirebiliyorlardı. Modernliktekinden farklı olarak bedenin
birliği, bütünlüğü sarsılmış, beden tercihe bağlı olarak
her biri yenilenebilir, değiştirilebilir parçalardan oluşan bir
kolaja dönüştürülmüştü. Model alınan şöhretler sık sık
estetik ameliyat yaptırdıkça hayranları da benzer bir yönelime
giriyorlardı. Kişinin bedenini sürekli değişen estetik
standartlara uyarlaması bir yaşam tarzına dönüşmüş, “in”
olmanın bir koşulu haline gelmişti.
Bedenin
doğallığının, değişmez organikliğinin gözden düştüğü
post modern toplumda geniş orta sınıflar “estetik cerrahi
müptelası” olmuşlardı. Virginia Blum’un “Becoming the Other
Woman: The Psychic Drama of Cosmetic Surgery” adlı yazısında
belirttiği gibi( Frontiers: A Journal of Women Studies, 26. 2. 2005)
kozmetik cerrahi kültürü post endüstriyel kapitalizmin öznesinin
arzusunun sonu gelmez bir biçimde kurulmasından besleniyordu.
Güzelliğin gitgide artan bir biçimde farklı, çeşitli, heterojen
bir görünüm arz ettiği bu sistemde güzel olmak imkansız hale
gelmekteydi. Kişinin fiziksel görünümü ne olursa olsun sonunda
yetersiz kalmaya mahkum hale gelmekte, birey bedenini yeniden
değiştirme ihtiyacı duymaktaydı. Estetik cerrahiye bir kez
başvuran kadın bu çevrime kapılıyor, sonu gelmez bir süreç
boyunca beden parçalara indirgeniyor ve yeniden oluşturuluyordu.
Sistem ideal güzel kadının yaratılmasını bir grup kadının
bedenlerinin değişik parçalarının bir araya getirilmesine
indirgemişti. Tüketim kapitalizmi mali fırsatları çoğaltmak
için bedeni parçalara ayırmaktaydı. Robyn Fadden “On the
Cutting Edge: Plastic Surgery, Fashion and Change in Popular Culture”
adlı yazısında ( Journal for the Arts, Sciences and Technology,
Cilt 2, sayı 2, 2004) estetik cerrahi nedeniyle tıbbi tekniklerin
moda ve güzellik endüstrisinin birer parçası olarak popüler
kültüre girdiklerini söyleyecekti. Bedenin ve kişinin
metalaştığı, yüzeyin birinci sıraya geçtiği post modern
toplumda kozmetik cerrahi yüzeyi keserken aynı zamanda üzerinde
çalışacağı yeni yüzeyler ortaya çıkarmaktaydı. Virginia
Blum’a göre (Flesh Wounds’un içinde) günümüzde bireyler
kimliklerini bedenlerinin yüzeyi üzerinden kurmaktaydı.
Kathy
Davis’in de dikkat çektiği gibi kozmetik cerrahi hem sayısal
anlamda hem de meslek ethosu anlamında erkeklerin egemen olduğu bir
tıbbi uzmanlık alanı idi. Günümüzde bile kadın estetik
cerrahların sayısı azdı. Popüler kültürde, erkek estetik
cerrahlarla ilgili olarak, kadın bedenine kahramanca müdahalelerde
bulunan bağımsız, cesur erkek imajı yaratılmak istenmekteydi.
Virginia Blum, Flesh Wounds adlı kitabında erkek estetik
cerrahların, temsil ettiklerini düşündükleri estetik standartlar
doğrultusunda kadınlar için bir kimlik inşa etmeye
çalıştıklarını, kendilerini beden eleştirmenleri ve
mükemmelleştiricileri olarak gördüklerini söyleyecekti.
Kadınlara bedenlerinin müdahale edilmediği taktirde
değersizleşeceği, her şeyi kaybedebilecekleri söylenmekteydi.
Beden imaj-bilimcilerinin çalışmaları kadınları daha endişeli
hale getirmekteydi. Deborah A. Sullivan’a göre imaj saplantılı
bir tüketimciliğe vücut veren kozmetik cerrahi toplumsal olarak
cinsiyetlendirilmiş inançları kadınların bedeninin üzerine
kazımaktaydı. Kozmetik cerrahinin güzellik endüstrisinin, kadın
güzellik sisteminin pratiklerine ve teknolojilerine ait olduğuna
dikkat çeken Kathy Davis bu sistemin kadınları disiplin altına
aldığını, aşağı bir konuma yerleştirdiğini,
güçsüzleştirdiğini söyleyecekti. Kadınların bedenleri çirkin,
kusurlu ve sürekli düzeltilmeye ihtiyacı olan bedenler olarak
kurulmaktaydı(Reshaping the Female Body’nin içinde).
Yukarıda
bahsedilen tüm eleştirilere karşın Kathy Davis ve diğer bazı
yazarlar estetik cerrahinin aynı zamanda kadınların acısını
azalttığı, onların hayatına bazı olumlu katkılarda bulunduğu
yolunda görüşleri savunuyorlar.. Kathy Davis estetik cerrahinin
kadınlara basit bir şekilde dayatılarak kabul ettirilen bir şey
olmadığını, kadınların bu ameliyatları şevkle arzuladığını
söylüyor. Bazı durumlarda ekonomik baskıların kadınları bu
yöne ittiğini, yaşlı göründükleri gerekçesiyle iş
başvuruları reddedilen kadınların estetik ameliyat dışında
çare bulamadıklarını belirtiyor. Davis’in görüşlerinde bir
doğruluk payı bulunmakla birlikte iktidarın kitlesel düzeyde
özneleri kurduğunu, onların arzularını biçimlendirdiğini göz
önünde bulundurduğumuzda estetik cerrahiye yönelen kadın
kitlelerinin failliğinin pozitif anlamda mutlaklaştırılması
sorunlu hale geliyor. Kathryn Pauly Morgan, Women and the Knife:
Cosmetic Surgery and the Colonization of Women’s Bodies adlı
yazısında ( Hypatia 1991, 6: 36) egemen koşulların kadınlara
gerçek bir seçenek, tercih hakkı bırakmadığını söylüyor.
Teknolojik güzellik şartı medya ve reklamlar vasıtasıyla kendi
normlarını kadınlara dayatıyor, bu normlara uymayan kadınları
damgalıyor. Kadında eskiden normal kabul edilen şey bu kez
anormal, problemli, yetersiz olarak görülüyor ve zoraki bir
gönüllülük temelinde kadınların bedeni erkekler tarafından
sömürgeleştiriliyor.
YAŞAR
ÇABUKLU
KAYNAKLAR:
Sander
L. Gilman, Making the Body Beautiful, Princeton University Press,
2001, 424 s.
Sander
L. Gilman, Creating Beauty to Cure the Soul: Race and Psychology in
the Shaping of Aesthetic Surgery, Duke University Press, 1998, 176 s.
Kathy
Davis, Reshaping the Female Body: The Dilemma of Cosmetic Surgery,
Routledge, 1995, 211 s.
Deborah
A. Sullivan, Cosmetic Surgery: The Cutting Edge of Commercial
Medicine in America, Rutgers University Press, 2000, 233 s.
Virginia
L. Blum, Flesh Wounds: Culture of Cosmetic Surgery, University of
California Press, 2005, 384 s.
Elizabeth
Haiken, Venus Envy: A History of Cosmetic Surgery, The John Hopkins
University Press, 1999, 384 s.