ŞANS, FİNANS VE KUMAR
Kumarın tarihi neredeyse
insanlık tarihi kadar eski. İlksel toplumlarda, eski Çin’de,
Hindistan’da, Mısır’da şans oyunları değişik biçimler
altında mevcuttu. Kumar oyunla, büyüyle, ruhlarla, talihle, dinsel
güçlerle ilişki içindeydi. Dinsel bir öneme sahip uğurlu,
tılsımlı objeler şans oyunlarında da kullanılabiliyordu.
Geleceği görmede kullanılan yöntemler şans oyunlarındaki
yöntemlere benziyordu. Beklenmedik olayların tanrısal güçlerden
kaynaklandığı düşünülmekteydi. Şansla kader benzer bir
zeminden besleniyordu. Batı Avrupa’da ortaçağda ise tanrısal
bir düzenin varlığına inanılıyor, tesadüfi görünen olayların
tanrısal iradenin bir ifadesi olduğu düşünülüyordu. Ancak
kilise ideolojisinin dışındaki gündelik hayat içinde insanlar
bireysel şansa inanıp şans oyunlarına ilgi gösteriyorlar,
gelecek hakkında bilgiler veren falcılara gidiyorlardı. Ortaçağ
boyunca halkın gündelik yaşamı içinde kumar ve şans oyunları
yaygındı.
Şans, mali durumları
kötüleşen krallıklar için bir gelir kaynağıydı da. XVI. ve
XVII. yüzyıllarda zaman zaman devletler gelir elde etmek amacıyla
piyango çekilişleri düzenliyorlardı. Öte yandan XVII. yüzyıl
Avrupa’da şansa yönelik önemli gelişmelerin meydana geldiği
bir yüzyıldı. Matematikçi Blaise Pascal iki kişi arasındaki
şans oyununa ilişkin olarak olasılık hesapları yapacak, şansın
iki kişi arasındaki dağılımını anlamaya yönelik bir yaklaşım
geliştirecekti. Eskiden insanlar şansın, riskin hesaplanması
konusunda fazla kafa yormamışlardı. Ama Avrupa’da özellikle
deniz ticaretinin de gelişmesiyle bağlantılı olarak riskler
oluşmaya başlamış ve bu risklerin sigortalanması için belli
olasılık hesaplarının yapılması gündeme gelmişti. XVII.
yüzyıldan itibaren rasyonel akıl, matematik ve finans şansı,
belirsizliği hesaplamak, kontrol altına almak için işbirliğine
girecekti. Öte yandan burjuvazi henüz toplumsal-siyasal
egemenliğini kurmuş değildi ve kumar aristokrasi içinde yaygın
olan bir eğlence biçimiydi. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda
devletlerin kumara yönelik getirdiği kısıtlamalar bir yasaklama
olmaktan ziyade soyluların kumarda çok büyük servetleri
yitirmesini sınırlamaya çalışıyordu.
Aynı dönemde “paranın
değerini bilmeyen” aristokrasinin müsrifliği, kumara düşkünlüğü
burjuvazinin hoşuna gitmiyordu. Çalışmayı, tasarrufu, öz
denetimi öne çıkaran protestan ahlakı burjuvaziye daha yakındı.
Kumar disiplinsiz , belirsiz, kontrol altında tutulamayan bir yaşam
anlamına geliyordu. Thomas Kavanagh’a göre ( The Libertine’s
Bluff: Cards and Culture in Eighteenth-Century France,
Eighteenth-Century Studies, 2000, 33. 4 ) Fransa’da 1715-1789
arasındaki dönemde çapkınlığı ve sefahatı öne çıkaran
libertin edebiyatta çapkının şansa dayalı hayatı- olumlayıcı
bir biçimde- bir kumarbazın hayatı gibi sunuluyordu. Arzu, baştan
çıkarma, heyecan, hovardalık, tesadüfi ilişkiler bu tür
romanlardaki örüntüyü oluşturan başlıca öğelerdi. Bu
edebiyatta stereotip toplumsal cinsiyet rolleri muğlaklaşıyor,
istikrarsızlaşıyordu. XVIII. yüzyıl sonlarındaki yazında ise
yukarıdaki tablo değişmeye başladı ve kumarbazlık heba edilen
kişisel servetle, kötüye kullanılan parayla, bir gecede elden
çıkan miraslarla birlikte anılmaya başlandı. Kumar artık
paranın saygınlığına yönelik bir saldırı, bir patolojik durum
olarak görülmekteydi. Diderot kumarı bir kişisel ve sosyal kanser
olarak resmedecekti. Gerda Reith’in dikkat çektiği gibi bireyin
öz kontrolünü öne çıkaran Aydınlanma ideolojisi talihi ve
şansı irrasyonel, bilim dışı olgular olarak görmekteydi.
Kavanagh’ın görüşüne göre kumar bireysel iradenin, öz
disiplinin, rasyonelliğin, üretici çalışmanın devre dışı
kaldığı bir etkinlik olarak Aydınlanma’nın değerlerine ters
düşüyordu. Kumar kendini yaratan birey idealine zarar veriyor, öz
tahribata yönelen, bireysel ve sosyal sorumluluklarını hiçe sayan
olumsuz bir birey tipini ortaya çıkarıyordu. Kumara iyi gözle
bakmayan burjuvaziye göre de mükafat şansın ya da ilahi takdirin
sonucu olarak değil bireysel beceri ve çabanın sonucu olarak elde
edilebilen bir şey olmalıydı.
XVIII. yüzyıl sonlarında
kumarın söylemsel olarak kuruluşu eril cinsiyetçi bir yaklaşım
çerçevesinde gerçekleşmekteydi. Andrea Henderson’ın da
belirttiği gibi ( Commerce and Masochistic Desire in the 1790’s :
Frances Burney’s Camilla, Eighteenth-Century Studies, 1997, 31. 1 )
kumarla cinsellik arasında benzerliklerin kurulduğu bu dönemde
kumarın erkeği “tükettiği”, kadını ise cinsel aşırılıklara
açık hale getirdiği düşünülüyor, kumar masasındaki
kontrolsüz kayıplar ve kazançlar doymak bilmez bir cinsellikle
ilişkilendiriliyordu. Kumarı tutkulu bir şekilde oynayan kadın
eğer kendini tecavüz tehdidi altında bulursa buna şaşmamalıydı!
Kumar kontrol edilemeyen arzuları teşvik ediyordu ve erkeğe
kıyasla kendini kontrol etme yeteneği gelişmemiş olan kadın için
büyük bir tehlike oluşturuyordu! Gillian Russell’ın da dikkat
çektiği gibi ( ‘Faro’s Daughters’ : Female Gamesters,
Politics, and the Discourse of Finance in 1790’s Britain,
Eighteenth-Century Studies, 2000, 33. 4 ) XVIII. yüzyıl sonu
İngiltere’sinde kadındaki kumar bağımlılığının doğal
olmadığı, kadının güzelliğini bozduğu, kumarın yorduğu
kadının sağlıklı çocuklar doğuramayacağı düşünülüyordu.
Kumar oynayan kadınlar anne ve eş olarak görevlerini ihmal
ediyorlardı! Kumarda erkek sadece malını kaybediyor kadın ise
bedenini, namusunu kaybetme noktasına geliyordu! Kadının kumar
oynaması onun bedenini kumar masasına koyduğu bir tür fahişelik
olarak algılanmaktaydı. Kumarın toplumsal cinsiyeti kadındı!
Erkekliğin kontrol, disiplin, kesinlik ve rasyonellik temelinde
kurulduğu bir dönemde kadın istikrarsızlığın, irrasyonelliğin,
belirsizliğin, şansın, dengesizliğin temsilcisiydi!
Kumarın “ büyüleyici
cadılık” olarak adlandırıldığı yüzyıl sonunda toplumu
saran riskler ve güvensizlikler kadınsı olarak kurulmaktaydı.
Dönemin eril ideolojisi açısından kadınların kumarla ilişkisini
tehlikeli kılan bir başka olgu ise Faro ( bir tür kağıt oyunu)
masalarının soylu kökenli kadınlar tarafından işletilmesi ve
neredeyse kadınların egemenliğindeki bir sektöre dönüşmesiydi.
Dönemin basınında bu kadınların başlarına tahta boyunduruk
geçirilerek şehir içinde dolaştırılacakları yolunda imalar,
tehditler yer almaktaydı. Böyle bir durumun gerçekleşmesi
halinde bu kadınların taşlanarak öldürülmeleri ihtimali
mevcuttu. Ancak bu kadınlar aristokrat kökene sahip olmaları ve
güçlü ilişkileri nedeniyle para cezaları ile kurtuldular. Öte
yandan Amerika’da at yarışlarında, horoz dövüşlerinde
erkeklerin ve kadınların “edepli olmayan bir kalabalık
oluşturması” ahlakçıları rahatsız etmekteydi. Bahis, kumar,
yarış sadece kadınların ve erkeklerin değil farklı sınıflardan
insanların aynı ortamda bulunmasını beraberinde getiriyor ve “alt
sınıfların ahlaksızlığının üst sınıflara bulaşması”
tehlikesini içinde taşıyordu! Sınıflar ve cinsler arasındaki
“karnavalesk kaynaşma” ihtimali sınıf ve toplumsal cinsiyet
sınırlarını-ayrımlarını net bir şekilde kurmak isteyen
burjuvazinin hoşuna gitmiyordu.
XIX. yüzyılın ilk
yarısı bankacılığın, finansın, borsanın geliştiği bir
dönemdi. J. Jeffrey Franklin’in söylediği gibi ( The Victorian
Discourse of Gambling: Speculations on Middlemarch and the Duke’s
Children, ELH, 1994, 61. 4 ) bu dönemde kumar profesyonel hale
gelmiş, at yarışları ticarileşmiş, alt ve üst sınıflar için
farklı bahis mekanları kurulmuştu. Mali spekülasyonla, kumarla
para ve servetler el değiştirmekteydi. Hızlanan ve
istikrarsızlaşan para dolaşımı ve mali spekülasyonlar 1820’li
yıllardan itibaren mali krizlere yol açmaya başlamıştı. Borsa
simsarlığı ile kumar arasında benzerlik kurulması ( bir çok
borsacı hisse spekülasyonu yapmanın yanı sıra piyasa değerleri
nominal fiyatlarının üstüne çıkabilen piyango bileti
alım-satımıyla da uğraşıyordu) kapitalizmin itibarını
zedeleyen bir boyut kazanmıştı. 1840’da Chicago’da borsanın
saygınlığına zarar verdikleri gerekçesiyle kumar salonları
aleyhine bir kampanya başlatılmış, kumarla yatırımı
birbirinden ayıran yasalar yürürlüğe konulmuştu. Bireysel
girişimciliği, risk almayı, koyulan para karşılığında
maksimum getiri elde etmeyi amaçlayan kapitalizm açısından kumar
kontrol altında tutulması gereken zorunlu bir kötülüktü. Finans
piyasasının gelişmesiyle ilişkili olarak para altından koparak
“fiktif” kağıt para biçimini almıştı ama her mali krizde
insanlar korkudan “hakiki değere” dönüyorlar, altına ,
toprağa yöneliyorlardı. Finans, kapitalizmin olmazsa olmaz
koşuluydu ama öte yandan kumarı andıran korkutucu bir hayalet
gibi toplumun üstünde dolaşıyor, mali krizlerle toplumun altını
üstüne getiriyordu.
Mali kriz aynı zamanda
alt sınıfların ayaklanması anlamına gelmekteydi. Bu koşullarda
kapitalizm paranın dolaşım hızını arttırmak ama alt sınıfların
hareketliliğini sınırlayıp kontrol altında tutmak, kumara
benzeyen ekonomik girişimciliği teşvik etmek zorunda kaldı. Ama
alt sınıfların kumarını disiplin altına almak şartıyla. Üst
sınıfların kumar oynadığı yerler alt sınıflarınkinden
ayrılırken alt sınıfların kumar, bahis, oyun oynadığı yerler
sıkı bir şekilde kontrol altına alındı. Centilmenlerin, polis
şeflerinin, hakimlerin gittiği kumar kulüpleri hiçbir sorunla
karşılaşmazken, işçilerin, yoksulların kumar oynadığı yerler
kapatıldı ya da polisçe denetlenmeye başlandı. Kapitalizm kumarı
işçiler için “tehlikeli bir serbest zaman faaliyeti” olarak
görmekteydi. Kapitalizm açısından kumarın endişe yaratan
yanlarından biri varlıklı kişilerin bir anda servetlerini
yitirebilmesi, “yukarıdakilerin aşağı inmesi” ihtimaliydi ama
daha da korkutucu olanı aşağıdakilerin bir anda yukarı
çıkabilmesi, yukarıya doğru sosyal hareketliliği kontrol altında
tutan sınıfsal sınırların ihlal edilmesiydi. Bir tür mali
kumarın, spekülasyonun sonucu olarak beliren finansal-ekonomik
krizlere eşlik eden halk ayaklanmaları da üst sınıfların
ayrıcalıklarına meydan okumaktaydı. XIX. yüzyılın ikinci
yarısına gelindiğinde kapitalizm alt sınıfları denetim altına
almak için artık sadece bireysel değil ama aynı zamanda “sosyal
tesadüfe, şansa, kumara” prim vermemeye kesin olarak karar
vermişti. Artık disiplin toplumunu kitlesel ölçekte kurmanın
zamanı gelmişti! Viktoryen ahlak “her şey olabilir”
düşüncesini tehlikeli bulmaktaydı.
XIX. yüzyılın ikinci
yarısında sanayi kapitalizminin hızla gelişmesiyle birlikte
üretim ve çalışma, toplumu kuran temel öğeler olarak öne
çıktı, kumar kötü parayla ilişkilendirildi. Öte yandan risk
artık sadece bireyin değil daha da önemlisi toplumun kaderini
etkileyen ve bu nedenle denetlenmesi gereken bir olgu olarak
algılanmaya başladı. Eğer iki kişi arasında oynanan şans
oyununda tesadüfün dağılımına ilişkin olasılık hesapları
yapılabiliyorsa benzer bir hesap tesadüfün toplumsal ölçekte
dağılımı için neden yapılmasındı? Kapitalist girişimciliğin
ve finansın krizlere ve toplumsal ayaklanmalara yol açtığı
aşikardı ama kapitalizmin sınırlanması söz konusu olamazdı.
1855’te çıkarılan bir yasa (Liability Act) girişimcilerin zarar
etme riskini sınırlandırıp azaltıyor buna karşın onlara
sınırsız bir kar alanı açıyordu. Bu durumda şansa, tesadüfe,
riske bağlı olarak hareket alanının sınırlandırılması
gereken kesim yoksul sınıflar olarak ortaya çıkıyordu.
Modernliğin bilimleri bu “istikrarsız kalabalığı” inzibat
altında tutmak için tüm güçlerini harcıyorlardı. “Kalabalıklar
psikolojisi” ayaklanmaların nedenlerini araştırırken sosyoloji
toplumsal birliği-beraberliği sağlayabilecek bir teorik çerçeve
kurmaya çalışıyordu. Ama olayların akışını “tesadüfe
bırakmamak” için matematiğin ve istatistiğin yardımı
gerekecekti.
Eskiden riskin rakamlarla
ilişkisi zayıftı. Ama XIX. yüzyılda riskin kurumsallaşmasıyla
birlikte istatistik toplumsal riskleri saptamanın bir aracı haline
gelecekti. Ian Hacking’e göre 1820’lerden başlayarak veriler
sistematik olarak toplanmaya başlamış, basılı rakamlar çığ
gibi artmaya başlamıştı. XIX. yüzyıl sonlarına gelindiğinde
istatistiksel “normal” kavramı birincil önemde bir veri haline
gelmişti. İstatistik, normu, normalliği kurmak isteyen, toplumsal
çoğunluğu disipliner kurumları vasıtasıyla “normalleştirip”
“normalleştiremediklerini” öteki, sapkın, patolojik vb.
etiketlerle damgalayıp dışlayan modernliğin işbirlikçisiydi.
Jackson Lears’in de belirttiği gibi XIX. yüzyıl sonlarında
evrenin bilimsel olarak kavranabilecek yasalar tarafından
determinist bir şekilde yönetildiği fikri yaygındı. Dönemin
pozitivist yaklaşımı toplumsal gelişmenin de kanunları olduğunu
düşünüyordu. Kısa vadede tesadüfi görünen ve bir model
içinde anlamlandırılamayan toplumsal veriler ( doğum, ölüm,
suç, intihar oranları, kazaların sıklığı, borsa değerleri
vb.) uzun vadeli olarak incelendiğinde bir örüntü oluşturuyor,
“uzun vadede her şey normale yaklaşıyordu”. Böylece
rasyonalist modernlik istatistik vasıtasıyla nüfusun farklı
öğelerinin uzun vadeli değişmelerini, hareketlerini önceden
kestirebilecek, tahmin edebilecek, toplumdan kaynaklanan
belirsizlikleri, riskleri hesaplayabilecekti. Gerda Reith’in de
dikkat çektiği gibi artık beklenmedik olaylar uzun vade içinde
ölçülebilen, hesaplanabilen ve önlem alınabilen riskler haline
gelmeye başlamıştı. Ama iş burada bitmiyordu. Mademki toplumsal
büyüklükleri ifade eden büyük rakamlar vasıtasıyla uzun bir
vade içindeki sosyal gelişmeler önceden tahmin edilebiliyordu o
halde toplumsal gelişmelere müdahale etmek, onları biçimlendirmek
de mümkündü! Böylece modernlik toplumsal mühendislik
uygulamalarıyla toplumu disiplin altında tutmaya yönelik
pratiklere, kurumsallaşmaya yönelecek ,“toplumsal tesadüfler”
yerlerini toplumsal kontrole ve biçimlendirmeye bırakacak, toplum
bir anlamda “sigortalanacaktı”!
Sigortanın matematiksel
kuruluşu şans oyunlarının mantığıyla ilişkiliydi. Kumarbazın
küçük bir ihtimalle de olsa çok büyük bir kazanç elde
edebilmesiyle kendini sigorta ettirmek isteyen kişinin çok küçük
bir olasılıkla çok büyük bir zarara uğrayabilmesi arasında bir
benzerlik vardı. Tina Young Choi’nin de söylediği gibi ( Writing
the Victorian City: Discourses of Risk, Connection and Inevitability,
Victorian Studies, 2001, 43. 4 ) eskiden risk bireyin kendisine, onun
risk alma konusundaki kararına bağlıydı. Ancak XIX. yüzyıla
gelindiğinde bireyin risk almasından ziyade sürekli bir biçimde
risklere maruz kalması öne çıkmaya başlamış, sigorta “sosyal
bir role” sahip olmaya başlamıştı. Olasılık artık sadece
bireysel rasyonelliğin bir ölçüsü değildi, nüfus içinde
meydana gelen olaylar sıklığını tanımlamanın bir aracıydı.
Bir kontrol kültürü oluşturmak isteyen Viktoryen kesinliğin
tahripkar, kaotik çağrışımlar yapan şansa, tesadüfe tahammülü
yoktu. Bu nedenle XIX. yüzyıl sonu batı kültürü
bireysel-toplumsal planda bir “sigorta kültürü” olmaya
yönelecek, sigorta bireysel, sosyal, ahlaki bir yükümlülük
haline gelecekti! Üretimin, çalışmanın, öz disiplinin öne
çıktığı, finansın artık ticaretten ziyade sanayi ile flört
etmeye başladığı bir dönemde modernliğin
otoriter-disipliner-bürokratik rasyonalitesi bir çok ülkede
piyangoların ve kumar salonlarının yasaklanmasını beraberinde
getirecekti.
Şansı ehlileştirmeyi
hedefleyen kontrol kültürü XX. yüzyılın ilk yarısında da
devam etti. XX. yüzyıl başlarında kapitalizm de artık eski
bireysel-rekabetçi yapısından uzaklaşmaya başlamış, tekelci
bir niteliğe bürünmüş, tekeller gerek kendi aralarında
anlaşarak, gerek mali araçlar vasıtasıyla şansın payını
azaltıp tahmin edilebilir bir kar oranını tutturmaya
yönelmişlerdi. Taylorizmin, “bilimsel yönetimin” gelişmesiyle
birlikte “şansı yönetmeyi” amaçlayan bir yönetimsel mantık
güçlenmeye başlamış, üretkenliğin arttırılmasına yönelik
sistematik bir organizasyon fikri güçlenmişti. Büyük fabrikadaki
iş nasıl çok sayıda parçalara ayrılmış ve hiçbir şey
tesadüfe bırakılmayıp en küçük ayrıntısına kadar katı
kurallarla düzenlenmişse toplumsal hayat da aynı mantıkla
biçimlendirilmeye çalışılıyor, şansa yer bırakmak istemeyen,
onu matematiksel-idari bir çerçeve içinde yönetmek isteyen bir
hiper rasyonalite yaklaşımı güçleniyordu. Tarihte dinsel ve
büyüsel olanla birlikte var olmuş olan şans artık seküler ve
rasyonel otoritenin kontrol altında tutması gereken bir riske
dönüşmüştü. Bu ortamda kumar üretken olmayan özelliğiyle
toplum-iş ahlakına aykırı bir olgu olarak görülüyordu. Gel gör
ki halk tüm yasaklamalara ve “rasyonel nasihatlere” karşın bu
“kötücül-ahlaksız” eğlenceden vazgeçmiyor, kumar yer
altında, mafyanın denetiminde daha da yaygınlaşarak sürüyor,
şans kültürü kapitalist rasyonaliteye karşı direniyordu!
Modernlik dünyanın ve
toplumun yapısını çok kırılgan görüyor ve bu nedenle
pozitivist bir bilimle, determinizmle, disiplinle, hiyerarşiyle,
katı-otoriter-merkezi yapılarla kendini korumaya çalışıyordu.
Modernlik için kontrol edilemeyen her şey düşmandı, ötekiydi,
yabancıydı. Şans, kumar, modernlik açısından bir “şüpheliydi”,
“zanlıydı”. Modernlikten farklı olarak post modernlik,
1970’lerden itibaren şansa, kumara “kucak açacak”,
modernliğin suçluluk söylemiyle kuşatılmış kumarcısı post
modern toplumda saygın bir şans oyunları müşterisine
dönüşecekti. Gerçi 1931’de Nevada’da kumar yasallaşmıştı
ama kısa bir süre içinde organize suç örgütlerinin at
koşturduğu bir alan haline gelmişti. 1963’de New Hampshire’da
piyango, 1978’de ise New Jersey’de kumar oynanan gazinolar
yasallaşacaktı. James Rizzo’nun da belirttiği gibi ( Compulsive
Gambling, Diagrammatic Reasoning, and Spacing Out, Public Culture,
2004, 16. 2 ) 1980 sonrasında ABD’de eyaletlerin düzenlediği
piyangoların ve kumar oynanan gazinoların sayısı artacaktı.
Kumar eskiden birlikte anıldığı kriminal köklerinden artık
yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyordu! Öte yandan piyango mali
sıkıntı içinde olan ve vergileri arttırarak seçmenin tepkisini
çekmek istemeyen eyaletler açısından önemli bir gelir
kaynağıydı. ABD’de 1980’lerin sonlarında gerçekleştirilen
yasal düzenlemelerle kumar oynanan gazinoların sayısında büyük
bir artış yaşanacak, “gazino kapitalizmi” dönemi
başlayacaktı. Kapitalist finans sistemi artık yasallık ve
popülerlik kazanmış kumarı bağrına basacaktı! Şans artık
egemen sistemi endişeye sevk eden bir olgu olmaktan çıkmış ,
şirket kapitalizminin hizmetine girmişti. Dönem şansın “light”
olanla buluştuğu keyif kültürü dönemiydi. Şans artık
gazinoların bilgisayar sistemleriyle donanmış kumar makineleri
tarafından “rasyonel bir biçimde” dağıtılıyordu! Kumar
elbette gazinolarla sınırlı değildi, video, bilgisayar ve
internet kumarın yaygın bir biçimde oynandığı alanlar
arasındaydı. Nüfusun yaklaşık yüzde yetmişinin şu ya da bu
biçimde şans oyunu, kumar oynadığı bir toplumda , kumar serbest
zaman faaliyetleri içinde en çok para harcanan alanlardan biri, bir
sektör olarak belirmekteydi. Öte yandan 1957’de Gamblers
Anonymous’ın kurulmasından sonra 1980’de Amerikan Psikiyatri
Derneğinin yayınladığı DSM III’te ( The Diagnostic and
Statistical Manual of Mental Disorders) patolojik kumar itki
kontrolü bozukluğu çerçevesinde tanımlanacaktı. Kumarbazın
kanundışı, toplumdışı, kriminal bir asalak olarak görüldüğü
modernlikten farklı olarak post modern toplumda patolojik kumarcı
hem gazinoların, hem de terapistlerin değerli bir müşterisi
haline gelmişti!
Kumar post modern
kapitalizmin işleyiş mekanizmalarıyla da ilişkiliydi. 1980'lerden
itibaren ağır sanayi modernlikteki önemini giderek kaybetmeye
başlamış, hizmet ve finans ağırlıklı bir kapitalizm güçlenmeye
başlamıştı. Değer artık modernliktekinden farklı olarak
sadece üretime bağlı olarak tanımlanmıyor, uçucu, akışkan,
spekülatif bir finans piyasası içinde istikrarsız biçimlerde
şekilleniyordu. Jean Comaroff ve John L. Comaroff’a göre (
Millennial Capitalism: First Thoughts on a Second Coming, Public
Culture, 2000, 12.2 ) kumar mali sistemin bir parçası haline
gelmişti. Küresel mali sistem neredeyse dev bir şans oyununa,
kumar salonuna dönüşmekteydi. Artık somut metalar yerine sadece
rakamlar elektronik ortamda değişime girmekte, hareket etmekteydi.
Para ve fon hareketlerinin kaotik akışkanlığının yaygınlaştığı
post modernliğin spekülatif kapitalizmi kumarın yapısıyla uyum
içindeydi. Öte yandan üretimi, tasarrufu ön plana çıkaran ve bu
nedenle kumara iyi gözle bakmayan modernlikten farklı olarak
“yararsız harcamayı” olumlayan post modern kapitalizm kumara
daha sıcak bakıyordu! Modernlik şansı kurumsallaştırmıştı.
Post modernlik buna ilaveten şansı gündelik hayat bazında
ticarileştirdi, metalaştırdı, modernliğin şansla bireysel yaşam
arasına koyduğu sınırları yıkarak tüketici kitlesinin kumara
“demokratik katılımını” sağladı! Öte yandan post modernlik
modernliğin büyük kesinliklere dayalı söylemini eleştirip
şansa, belirsizliğe daha fazla alan açıyor gibi görünse de
amaçlanan daha ziyade yeni belirsizlik-risk alanları yaratarak yeni
uzmanlıklar geliştirmek, ürünleri farklılaştırmak, piyasayı
derinleştirmekti. Sürekli olarak üretilen yeni riskler, olasılık
hesapları yapan, bireylerin risklerini yöneten şirketleri,
danışmanları da beraberinde getiriyordu. Kathleen Woodward’ın
da belirttiği gibi ( Statistical Panic, Differences : A Journal of
Feminist Cultural Studies, 1999, 11. 2) günümüzde risk altında
olma duygusu herkes tarafından içselleştirilmişti ve bir risk
söylemi yaratmak üzere istatistiksel rakamlar sonsuz bir biçimde
üretilmekteydi. Bu durumda bu risklerden kaçınmak için olasılık
hesapları yapan uzman kuruluşlar devreye giriyor, önceden
bilinebilirliğin bir metaya dönüştüğü, belirsizliğin bir
fiyata sahip olduğu bir piyasa oluşuyordu. Ancak riskin
hesaplanması özel hayat düzeyinde güvenlik üretmek bir yana
panik üretmekteydi.
Modernlik şansı, riski
dışlayarak üretici yurttaşlardan oluşan bir disiplin toplumu
kurmaya çalışmıştı. Post modernlik ise şansı, riski bizzat
yaratarak tüketicilerden, müşterilerden oluşan bir güvenlik
toplumu kurmaya yöneldi. Post modernlik modernliğin rasyonelliğini,
risk yönetimini, olasılık hesaplarını ortadan kaldırmadı,
sadece şansı, riski bireysel-tüketimsel gündelik hayatla,
piyasayla “barıştırdı”! Öte yandan Jackson Lears’in de
söylediği gibi modern disiplin toplumunun şansı, tesadüfü
dışlayan rasyonelliği edebi-sanatsal modernizm tarafından
eleştirildi, şans kendine Joyce’da, Proust’da, Dada’da,
Sürrealizm’de yer buldu. Daha sonraki dönemde ise John Cage’de
, Beat hareketinde ve başka bir çok yerde kendine yeni dostlar
edindi.
YAŞAR ÇABUKLU
KAYNAKLAR:
Thomas Kavanagh, Enlightenment and the Shadows of
Chance, John Hopkins University Press, 1993, 272 s.
Gerda Reith, The Age of Chance: Gambling in Western
Culture, Routledge, 2002, 232 s.
Jackson Lears, Something For Nothing: Luck in America,
Viking, 2003, 392 s.
Ian Hacking, The Taming of Chance, Cambridge University
Press, 1990, 277 s.
1 comment:
Top 10 Best Video Game Music Video Game Music by
Top 10 Best Video Game Music Video Game Music youtube to mp3 converter reviews Video Game Music Video Game Music Video Game Music Video Game Music Video Game Music Video Game Music Video Game Music Video Game Music Video Game
Post a Comment