TEŞRİH
Rönesans
ile birlikte gelişmesi hızlanan anatomi bilimi bedenin
organlarının sırrını anlayabilmek için kadavraları incelemeye
yönelmişti. Cerrahlar kadavraları kesip inceliyor, hastalıkların
nedenlerini anlamaya çalışıyorlardı. Kadavraların açılması
izleyici bir kitle önünde yapılmaktaydı. Halk suçluların
idamını nasıl merakla izliyorsa idam edilmiş suçluların
cesedinin kesilip açılmasını da merakla izliyordu. Devlet suçluyu
hem idam ederek hem de cesedini kesip açarak adeta iki defa
cezalandırıyordu. Cellat ve bölgenin güvenlik yetkilisi cesetleri
kesilip açılmak üzere anatomi okulu yetkilisine teslim ederdi.
Suçluların kadavralarının kesilip incelenmesi hem tıp eliti hem
de “düzen ve bilim yanlısı” burjuvalar açısından bir övünç
kaynağıydı. Rembrandt’ın 1632’de yaptığı “Doktor Nicolas
Tulp’un Anatomi Dersi” adlı portrede doktorlar ve kentin önde
gelen burjuvaları kadavranın etrafında toplanıp poz vereceklerdi.
Nicolas Tulp “canavarlar” üzerine yaptığı çalışmalarla
ünlüydü. Nadide, egzotik objelere, yaratıklara karşı bir
ilginin oluştuğu modernlikte kadavranın izleyiciler önünde
kesilip incelenmesi adeta bir ucube gösterisine dönüşecekti.
Bazı
eski kültürlerde ölü bedenlerle cinsel ilişki kurmak onlarla
tinsel iletişime geçmenin bir yolu olarak görülürdü. Bazı
Tantrik ritüeller sırasında erkekler bacaklarının arasına
kurukafa bastırarak ereksiyon olmaktaydı. Ortaçağ Avrupası'nda
bazı bölgelerde hermafroditlerin yeni ölmüş bir bakireyle cinsel
ilişkiye girdikleri taktirde iyileşeceklerine inanılırdı. XIX.
yüzyılda ölmüş kadınların edep yeri kılları erkeklerin
iktidarsızlığının tedavisinde kullanılmak üzere satılırdı.
Bazı toplumlarda bakirelerin cennete gidemeyeceği varsayılır ve
bu nedenle isteyen herhangi bir erkeğin evlenmeden ölen bu genç
kızlarla cinsel ilişkiye girmesine izin verilirdi. Öte yandan
tarihin bir çok döneminde insanlar ölen yakınlarının
bedenlerini ölü sevicilerin tacizinden korumak için çeşitli
önlemler aldılar. Eski Mısır’da mumyalama işlemini
gerçekleştiren kişilerin ölmüş kadınlarla cinsel ilişkiye
girdikleri bilinen bir gerçekti ve bu nedenle aileler ölen kadın
akrabalarının bedenlerini bu kişilere teslim etmeden önce –ölü
beden bozulmaya başlayıncaya kadar-birkaç gün evlerinde
bekletirlerdi. Bazen mezarlık yetkilileri de ölülerin mezarlardan
çıkarılmasına karşı önlem alıyorlardı. 1840’lı yıllarda
Montparnasse mezarlığının duvarı üzerine, dokunulduğunda bir
makineli tüfeği harekete geçiren bir tel çekilmişti. Başlarda
kuşların ve kedilerin ölümüne yol açan bu tertibat sonunda işe
yarayacak, genellikle kadınların cesetlerini kesip iç organlarını
dışarı çıkaran ünlü “Montparnasse vampiri” ölü sevici
çavuş François Bertrand’ı ciddi bir biçimde yaralayacaktı.
Yaralı olarak kaçmayı başaran ve askeri hastanede tedavisini
yaptıran Bertrand daha sonra teşhis edilip yakalanacak ve bir sene
hapis yatacaktı.
Modernlik
akıl ve bilim vasıtasıyla dünyanın, objelerin, insanların içine
nüfuz etmek, bakış karşısında her şeyi şeffaf kılmak
istiyordu. Hiçbir şey gizli kalmamalı, içini göstermeliydi. Bu
bakış “kara kıtaya”, Afrika’ya da yönelecek, ışığıyla
bu kıtayı aydınlatmaya çalışacaktı! Modernliğin haritacılığı
yerleri batılı mekansal koordinatlar çerçevesinde soyut noktalar
olarak haritalar üzerinde işaretliyor, ötekinin topraklarını
mülk edinilecek birimler olarak kuruyordu. Ötekinin yerinin
sömürgeleştirilerek batılı anlamda mekana dönüştürülmesi ,
bir yer olarak ölü bedenin bilimin ışığı altında
sömürgeleştirilerek bir nesneye indirgenmesine benzemekteydi.
Mandressi’nin de söylediği gibi anatomik bakış bedeni kesip
açarak onu parçalara, bölgelere ayırıyor, sömürgeleştiriyor,
biçimlendiriyor, onun haritasını çıkarıyor, terminolojisini
oluşturuyordu. Böylece parçalara ayrılmış beden mekanik bir
şekilde kurulmuş bir beden imgesini beslemekteydi. Modernliğin
işlevsel parçalardan oluşan mekanik, makinevari beden anlayışıyla
halkın dinsel bir çerçeve içinde yorumladığı beden arasında
önemli farklar vardı. XVIII. yüzyılda kadavranın cerrahlarca
-günlerce sürebilen- teşrihini bir gösteri izler gibi seyredip,
zaman zaman alkışlayan halk ölen yakınlarının bedenlerinin
öteki dünyaya bir bütün olarak gitmesi konusunda hassastı!
XVIII. yüzyılın son dönemi anatomi eğitimi için gitgide daha
fazla sayıda kadavraya ihtiyaç duyulan bir dönemdi. Bazen tıp
öğrencileri-hocalarının baskısıyla-gizlice mezarlardan yeni
gömülmüş cesetleri çıkarıp okula laboratuara getiriyor, bazen
de bu işi bizzat cerrahların kendileri yapıyordu. Başka bir
yöntem de doktorların bu işi profesyonel olarak yapan kişilere
cesedi teslim aldıklarında bir para ödemesiydi. Halk bu durumu
tiksintiyle karşılıyor, doktorlara karşı büyük bir öfke
duyuyordu. 1788’de New York’ta yeni ölmüş karısının
–mezarından gizlice çıkarılmış-bedeninin New York Hastanesi
anatomi laboratuarında kesilip parçalandığını öğrenen
kocanın etrafında toplanan 5000 kişi Amerikan tarihindeki en
büyük sivil ayaklanmalardan birini başlattı. Hastaneye giren
kalabalık anatomi laboratuarını tahrip ederek tıbbi aletleri
parçaladı, bazı doktorların sığındığı yakındaki
hapishaneyi bastı. Gittikçe büyüyen ve üç gün boyunca süren
isyan çağrılan askeri birliklerin halkın üzerine ateş açmasıyla
bastırılabildi, sekiz kişi öldü.
XVIII.
yüzyılın sonunda İngiltere’de de tıp fakülteleri kadavra
bulmakta güçlük çekiyorlardı. Marshall’ın belirttiği gibi
1752 yılında çıkarılan bir yasayla idam edilen mahkumların
kadavralarının kesilip incelenmesi zorunlu hale getirilmişti ama
kadavralara olan tıbbi talep çok fazlaydı. İngiltere’de XIX.
yüzyılın ilk on yılı boyunca her yıl mezarlardan binin üzerinde
ceset çalınmaktaydı ama bu rakam anatomi laboratuarlarının
ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyordu. Mary Shelley’in
Frankenstein’ının yayınlandığı dönemde (1818) doktorlar
mezar hırsızlarından “soru sormadan” ceset satın alıyorlardı.
Mezardan ceset çalmanın “karlı bir mesleğe” dönüştüğü
1820’lerde Edinburg’da William Burke ve William Hare ceset
satmak amacıyla seri cinayetlere yönelip onlarca kişiyi
öldüreceklerdi. İkili arayıp soracak kimsesi olmayan kişilere
içki ikram edip yakınlaşıyor, daha sonra onları bedenleri tahrip
olmayacak şekilde boğup öldürerek cerrah doktor Knox’a
satıyordu. 1829’da Burke yakalanıp asılacak, doktor Knox’a ise
herhangi bir suçlama yöneltilmeyecekti. Doktorların kadavralarla
ilişkisi sadece para ödeyerek onları elde etmekle sınırlı
değildi, bazı doktorlar kadavrayı parçalayıp, inceleyip işlerini
bitirdikten sonra geriye kalan parçaları Londra’daki vahşi
hayvan bakıcılarına satıyorlar, bazen de kendileri için sabun ve
mum yapıyorlardı. Öte yandan “kadavrayı canlandırmak” sadece
Doktor Victor Frankenstein’in kurgusal dünyasıyla sınırlı
değildi! XIX. yüzyıl başlarında “bilimle donanmış,
aydınlanmış” doktorlar kadavranın değişik yerlerini harekete
geçiren teknikler geliştirmişlerdi. “Elektrikçi” profesör
Giovanni Aldini kadavralarla yaptığı “performanslarla”
ünlüydü. Helen MacDonald’ın “Legal Bodies: Dissecting
Murderers at the Royal College of Surgeons, London, 1800-1832” adlı
yazısında anlattığı gibi Aldini bir keresinde iki kadavranın
kesilmiş başlarını iki ayrı masaya koyup bunları bir elektrik
arkıyla iletişime geçirmiş, bunun sonucu olarak kesik başların
yüzlerini ürkütücü bir biçimde buruşturması salondaki
izleyicileri korku içinde bırakmıştı. Adlini bir başka kez
başsız bir kadavranın madeni bir parayı eliyle kavrayıp salonun
karşı tarafına fırlatmasını sağlamıştı.
Kadavranın
tedariki sınıfsal bir boyut taşıyordu. Gizlice mezarlarından
çıkarılan cesetler daha çok yoksulların, kimsesizlerin,
evsizlerin bedenleriydi. Zengin aileler yeni gömülen yakınlarının
mezarları başında birkaç hafta bekleyecek silahlı gözcüler
tutuyorlardı. Mezarlardan kadavra sağlanması zenginlerin yattığı
iyi korunan mezarlıklardan ziyade yoksul mezarlıklarında
gerçekleşmekteydi. Kadavra olarak satılmak üzere öldürülen
kişiler de yoksul, işsiz, toplumun kenarında yaşayan kişilerdi.
İngiltere’de 1832’de çıkarılan Anatomi Yasası kimsenin sahip
çıkmadığı ölülerin teşrihini zorunlu hale getirecek ve
böylece kimsesiz ve yoksul kişilerin kaldığı islah evleri
anatomi laboratuarlarına en çok kadavra sağlayan yerler olup
çıkacaktı. Kadavra sağlamada ikinci sırayı akıl hastaneleri
alıyordu. Öte yandan kadavra ırksal bir boyuta da sahipti.
Elizabeth Klaver’in belirttiği gibi XIX. yüzyıl ortasında
ABD’de kesilip incelenen kadavraların çoğu yoksul siyahlara
aitti. İngiltere’de 1832’den sonra zaman içinde kadavranın
teşrihi kamuya açık bir gösteri olmaktan uzaklaştı, anatomi
laboratuarlarının kapalı kapıları ardında gerçekleşmeye
başladı. Bedeni kadavra olarak kullanılmak üzere tıbba bağışlama
fikri yaygınlaştırılmaya çalışıldı. XIX. yüzyılın
ortalarından itibaren tıp kurumu halk nezdindeki kötü itibarını
düzeltebilmek amacıyla kendisine kadavra teslim eden cellatlarla,
mezar soyguncularıyla arasına mesafe koymaya yöneldi. Aynı
dönemde, daha önceki yüzyıllarda farklı kültürlerin , mezar
kazıcılarının, rahiplerin, Charlemagne gibi kralların
(Charlemagne çok sevdiği metresi öldükten sonra bir dönem
üzerine parfüm sıkarak onunla aynı yatağı paylaşmıştı.),
yeni ölmüş kadınların bedenlerinin satıldığı pazarlardan
ceset satın alanların ölü bedenlerle ilişki kurma pratiği bu
kez bir sapkınlık, akıl hastalığı olarak kuruldu.
Nekrofili
kavramı XIX. yüzyıl ortalarında Belçikalı psikiyatrist Joseph
Guislain tarafından icat edildi. Dany Nobus’un “Over My Dead
Body: On the Histories and Cultures of Necrophilia” adlı yazısında
söylediği gibi (Inappropriate Relationships’in içinde) nekrofili
kavramı 1860’lı yıllarda Alman ve Fransız psikiyatristlerinin
vokabülerine girdi. Richard Von Krafft-Ebing 1866’da yayınlanan
ünlü Psychopathia Sexualis adlı yapıtında nekrofiliyi bir
sapkınlık olarak adlandıracak, çavuş Bertrand ve diğer
nekrofilleri inceleyecekti. XIX. yüzyıl ölü seviciliğin
“doğallığını yitirdiği” bir dönem oldu! Mezarlıkların
şehir dışına çıkarılmasıyla, ölümün gitgide gözden
uzaklaştırılmasıyla, ölümle yaşamın net sınırlarla
birbirinden ayrılmasıyla birlikte nekrofili “özneleştirilme
sürecinde uygun bir şekilde biçimlendirilememiş bireyin kurumsal
yasağı ihlali” biçimini aldı. Ölü bedene karşı kurumlarca
konulan mesafenin mutlaklaştırılması ile birlikte bedenin ölü
haline yönelik ilgi bireysel sapkınlık düzlemine kaydı. Seri
katillerden Karın Deşen Jack öldürdüğü kadınların
bedenlerini bir cerrah gibi yararken, doktor Herman Mudgett içinde
kurbanlarının kadavralarını kestiği bir otopsi odası olan bir
evde yaşamaktaydı. Öte yandan eskiden “nekrofilin” ölü
bedene yaklaşımı daha çok “şahsilik” içerirken yeni dönemde
bu yaklaşım cerrahların kadavraları nesneleştiren yaklaşımına
benzemeye başladı. Nekrofilinin bir sapkınlık olarak kurulması,
ölü bedenin nesneleştirilmesi ve ticarileştirilmesi ile aynı
dönemde gerçekleşti. XIX. yüzyılın ikinci yarısında randevu
evlerindeki “ölü odalarında” fahişeler nekrofillerin
fantezilerini tatmin etmek için –gerekli makyaj ve giysilerin
desteğiyle-ölü rolü yapmaktaydı. Öte yandan tıbbın ölü
bedenin şahsiliğini yok sayıp onu bir nesneye indirgemesi nötr
bir olgu değildi. Tıbbın nesneleştirici bakışı erildi ve belki
de bu nedenle –canlı ve ölü bedenin gerçekliğine en yakın
olan-kadınlar ölen yakınlarının bedenlerini anatomi
laboratuarına teslim etmemek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Elizabeth Klaver otopsiyi tamamen savunmasız bedene yönelik bir
tür nekrofilik tecavüz olarak değerlendirecekti. Otopsi bedenin
içinin en özel yerlerine yönelik -kesici fallik aletler kullanarak
gerçekleştirilen- cerrahi bir penetrasyondu, bedenin iç
çıplaklığına yönelik bir röntgencilikti. Patricia MacCormack
“Pleasure, Perversion and Death: Three Lines of Flight for the
Viewing Body” adlı yazısında adli tıp patologunun sosyal
olarak kabul edilmiş bir nekrofil olduğunu söyleyecekti.
Modernliğin
nesneleştirdiği -canlı ve ölü-beden ağırlıklı olarak kadın
bedeniydi. Büyük çoğunluğu erkek olan ve reddedilmeye
tahammülleri olmayan nekrofiller esas olarak ölü kadın
bedenlerine yönelmekteydi. Eric Fromm’a göre nekrofil kişiler
kadın bedenini bir makine, bir mal olarak görmekteydi. Direnmeyen,
itiraz etmeyen ölü beden tam kontrole ve sınırsız güç
kullanımına imkan vermekteydi. Öte yandan ölü kadın bedenine
yönelik erkek ilgisi sadece nekrofili bağlamında değil aynı
zamanda estetik-sanatsal düzeyde de ortaya çıkmaktaydı. Ölü
kadın bedenlerinin temsili, erkek dünyasında büyüleyici bir etki
yaratmaktaydı. Edgar Allan Poe güzel bir kadının ölümünün
dünyadaki en poetik konu olduğunu söyleyecekti. Öte yandan ölü
kadın bedenlerinin estetik sunumu eril dokunma yerine bakışı
ikame ederek “sapkınlığı” gizliyordu. Elizabeth Bronfen’in
dikkat çektiği gibi batıda XVIII. ve özellikle XIX. yüzyıllarda
resimde ölü kadın bedenlerinin temsili yaygınlaşmış, ölü
kadın bedeni bir sanat objesine dönüştürülmüştü. Bu beden
bir yandan öteki, tekinsiz, fetiş olarak sunulurken öte yandan bu
tehlikeli bedenin kımıltısız bir şekilde yatmasıyla eril
kültürel normlar yeniden onaylanıyor ve sağlamlaştırılıyordu.
Ölü kadın bedeninin görsel olarak oyuncak bebek benzeri imajlara
indirgenmesiyle bu bedenin yıkıcı, belirsiz niteliği kontrol
altına alınıyor ve erkekler bu bedeni hayranlıkla
seyrediyorlardı. Sander Gilman’a göre canlı kadın bedeninin
cansız oyuncak bebeklere indirgenmesi- değişken, tehlikeli bir
şekilde akışkan, istikrarsız kadın bedenini temizlenmiş ve
hareketsiz bir biçime sokarak – hem cinselliğin hem de ölümün
kontrol altına alınmasına hizmet etmekteydi. Ölü kadın bedeni
içine sokulduğu bu pasif biçim altında, bir sanat objesi olarak,
hayatta kalan erkek izleyicinin bakışına sunulmaktaydı.
1970’ler
sonrasının post modern toplumunda “ölüm kültürü” sıçrama
yaptı. Nekrofili kendine edebiyatta, sinemada, müzikte yer buldu.
Popüler kültür ölü bedeni baş tacı etti, adli tıbba ilişkin
pratikler eğlence kültürünün konuları haline geldi. Cenaze
levazımatçıları, adli tıp uzmanları televizyon dizilerinin yeni
kahramanları olarak izleyici karşısına çıktı. Televizyonlarda
gerçek insan kadavrası üzerinde gerçekleştirilen otopsilerin
yayınlandığı programlar yüksek reytinglere ulaştı. Kadavralar
internette satışa çıkarıldı. Kadavraların kesilip açıldığı,
iç organların cam fanuslar içinde sergilendiği sanatsal
performanslar gerçekleştirildi. Televizyonda, öldürülmüş genç
kadın bedenlerinin bolca sergilendiği polisiye diziler izleyici
rekoru kırdı. Ölü kadın bedeninin sunum biçimleri bir yandan
kadını kurban statüsüne indirgerken öte yandan onu
erotikleştiriyor, fetişleştiriyordu.
YAŞAR
ÇABUKLU
KAYNAKLAR:
Elisabeth
Bronfen, Over Her Dead Body: Configurations of Femininity, Death and
the Aesthetic, Routledge, 1992, 450 s.
Elizabeth
Klaver, Sites of Autopsy in Contemporary Culture, State University
of New York Press, 2005, 180 s.
Rafael
Mandressi, Regard de l’anatomiste: Dissections et invention du
corps en occident, Seuil, 2003, 352 s.
Tim
Marshall, Murdering to Dissect: Grave Robbing, Frankenstein, and the
Anatomy Literature, Manchester University Press, 1996, 256 s.
Sander
Gilman, Difference and Pathology: Stereotypes of Sexuality, Race and
Madness, Cornell University Press, 1985, 340 s.
Der.
Robin Goodwin, Duncan Cramer, Inappropriate Relationships: the
Unconventional, the Disapproved, and the Forbidden, LEA, Inc., 2002,
296 s.
Eric
Fromm, The Anatomy of Human Destructiveness, Owl boks; New Ed
Edition, 1992, 240 s.
Richard
Von Krafft-Ebing, Psychopathia Sexualis, Arcade Publishing, 1998, 464
s.
No comments:
Post a Comment