SAAT
ZAMANI VE UZAM
Biçimsel
zaman tarihin her döneminde insan yaşamının vazgeçilmez bir
parçasını oluşturmuyordu. John Zerzan’a göre insan doğadan
kopmadan önce zaman kavramına sahip değildi. İlksel
avcı-toplayıcı topluluklar daha ileride zamana temel oluşturacak
olan sürekli tekrarın mevcut olmadığı zaman dışı bir hayat
sürüyorlardı. İlksel topluluklarda zaman ayrı bir kategori
oluşturmuyor mevcut anın, şimdinin egemen olduğu bir yaşam
sürdürülüyordu.Yer, uzam ve zaman ayrışmamıştı. Yaşamın,
bedenin, doğanın ritmi iç içeydi.Ancak bu zaman dışı mutluluk
uygarlığın gelişmesiyle yok olmaya başladı. Tarımın
gelişmesiyle birlikte biçimsel bir zaman anlayışı ortaya çıktı,
süre ve nicelik önem kazandı.
Tarih
boyunca takvimlerin yapısı uygarlıkların durumu hakkında
önemli göstergelerden birini oluşturmaktaydı. Zaman genellikle
din adamlarından oluşan bir elitin denetimi altındaydı. Bu elit
toplulukların doğal güçlerle ilişkisine aracılık ediyordu.
Zaman, takvimler doğayla ilişki içinde mitlerle ve ritüellerle
bağlantılı bir şekilde oluşmaktaydı. George Woodcock’ ın
Saatin Tiranlığı adlı makalesinde belirttiği gibi eski çağlarda
zaman doğanın devirli, döngüsel süreçlerince tanımlanmaktaydı.
Gece-gündüz, güneşin doğuşu ve batışı, ekin ve hasat zamanı,
yaprak dökümü, vb. doğal olgular zamanı belirlemede önemli
kriterlerdi. Zamanın esnek bir biçimde tanımlandığı bu
toplumlarda zamanın ince ölçümü gündemde değildi. Çok eski
çağlardan beri toplumlar güneş saati, kum saati, su saati ,
mumla ya da yağ lambasıyla zamanı ölçen saatler yapmışlardı.
Ancak bu saatler zamanı takribi olarak gösteriyordu ve güneşin
olmaması ya da pratik ihmaller(yağın yenilenmemesi vb) nedeniyle
sürekliliklerine güvenmek zordu.
Batıda
antikçağda ve ortaçağda zamanın matematiksel bir kesinlikle
hesaplanması uğraşı bir azınlıkla sınırlıydı. Saat kilise
çanlarının zamanında çalması açısından önemliydi. Öte
yandan ortaçağda Benediktin manastırlarında tüm gündelik
etkinlikler katı bir biçimde önceden belirlenmiş saatlere göre
gerçekleşmekteydi. Böylece saat insanların eylemlerini eşzamanlı
hale getirerek kolektif bir disiplin sağlıyordu. Saat zamanı bir
yandan zamanı gündelik hayatın gevşek ritminden kopararak
düzenli bir tekrara yöneltiyor öte yandan zamanı resmi ve soyut
bir toplumsal kontrol aracı olarak yeniden biçimlendiriyordu.
Saat zamanının gelişmesi ticaretin gelişmesiyle de ilişkiliydi.
Teslimatların zamanında yapılması , mübadelelerin düzenli bir
biçimde gerçekleşmesi zamanın doğru bir biçimde saptanmasını
gerektirmekteydi. Mekanik saatlerin ve “vakit nakittir”
düşüncesinin on dördüncü yüzyılda ticaretin hızla
geliştiği Avrupa kentlerinde yaygınlaşması tesadüfi değildi.
Güvenilir mekanik saatlerin yapılması takip eden yüzyıllarda
gerçekleşti. Tüm bunlara karşın kırsal kesimde hayat doğanın
döngüsel ritimlerine bağlı olarak telaşsız bir biçimde
sürmekteydi. Günün uzunluğu mevsimlere, hava şartlarına bağlı
olarak algılanmaktaydı. Ed Andrew’ un söylediği gibi yapılan
iş duruma göre ne kadar zaman gerektiriyorsa ona göre yapılıyordu,
fabrika saati gibi dışsal, üniform bir zamansal dayatma söz
konusu değildi. Hava koşulları kötüyse tarlada çalışılmıyor
evde başka işlerle uğraşılıyordu. Çalışma zamanı gündelik
yaşamın zamanından ayrılmamıştı.
On
sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren gelişmeye başlayan
kapitalizmin zaman disiplinine ilişkin olarak geçmişte kendisine
yakın bulduğu bir model benediktin manastırlarıysa bir diğeri
püritenliğin zamanı para olarak gören, onu israf etmeden verimli
bir şekilde kullanan anlayışıydı. Ancak sanayi kapitalizminin
zaman anlayışı esas olarak gücünü soyut, objektifleştirilmiş,
doğadan ve olaylardan kopmuş bir zaman yaklaşımından
almaktaydı. Kapitalizmin zaman anlayışına temel teşkil edecek
olan Newton’ cu yaklaşım mutlak, ölçülebilir, matematiksel,
dışsal bir müdahale olmadan kendi kendine düzenli bir şekilde
akan , homojen bir zaman anlayışını öne çıkarıyor dünyayı
saat gibi işleyen bir makineye indirgiyordu. Newton’ cu mekanik
değişmeden varolan bir hareketi idealleştiriyordu. Sistem içindeki
birimler birbirleriyle ardışıklık, zamanlama ve periyodiklik
çerçevesinde ilişkiye geçiyorlardı. Barbara Adam’ ın da
belirttiği gibi(Timewatch’ ın içinde) bilim de saat zamanı
ölçüsüyle, nicelikselleştirmeyle , soyutlanmış, bölümlere
ayrılabilir, uzamsal olarak temsil edilebilir saat zamanıyla
yakından ilişkiliydi. Zamanın uzunluğu ölçülebilen ,
sayılarla ifade edilebilen sonsuz sayıda uzam benzeri birimlere
bölünebileceği varsayılıyordu. Zaman tek boyutlu , sürekliliğe
sahip uzam olarak düşünülmekteydi. Aralık, devamlılık,
ardışıklık gibi zamana ait kavramlar aynı zamanda uzamla
ilişkili kavramlardı da. Christopher Gosden’in dikkat çektiği
gibi ölçülen zaman birbirini takip eden sayılabilir anların
oluşturduğu serileri ifade etmekteydi. Saatin tik takları ya da
sarkacın hareketi ölçülebilir bir ardışıklığa imkan
vermekteydi. Barbara Adam’ a göre (Time and Social Theory’nin
içinde) saat zamanı standart, üniform, ard arda gelen birimlere
bölünebilir , evrensel olarak uygulanabilen , soyut,
nicelikselleştirilmiş bir zamanı temsil ediyordu. Zaman
ölçülebilir anlardan ve bölümlerden oluşan tek düze birimler
silsilesine dönüşmüştü. Evrendeki her şeyin düz , sürekli
bir akış içerisinde aynı hızla ilerlediği varsayılmaktaydı.
Saat
klasik mekaniğin kanunlarına göre tasarımlanmış bir makinaydı.
Lewis Mumford’ un deyimiyle sanayi toplumunun temel makinasıydı.
Saat zamanı toplumsal yaşamı köklü bir biçimde değişikliğe
uğrattı, insanları tekrarlamalı, saat gibi işleyen bir
düzenliliğe tabi kıldı. Marx düzenli devinime dayalı üretim
sisteminin teorisinin saat üzerine kurulduğunu söylerken
endüstriyel zamanın düzenli tekrara olan ihtiyacını dile
getirmekteydi. Gerhard Dohm-Van Rossum’ un da belirttiği gibi
zaman satılık bir şey haline gelmişti. İşçi emek zamanını
işverene ücret karşılığı satıyordu. İşçinin çalışma
zamanının bir bölümü ücret olarak ona ödeniyor geriye kalan
artı zamanda ürettiği artı değer ise işverenin karını
oluşturuyordu. Barbara Adam’ ın dile getirdiği gibi (Timescapes
of Modernity’ nin içinde)kapitalizmde zaman parayla, değişim
değeriyle ilişkili hale gelmiş, emek, sermaye, makina, meta
benzeri bir ekonomik değişken olarak algılanmaya
başlamıştı.Yirminci yüzyılın ilk yarısında uygulanan
Taylorizm işçinin fabrikada geçen her bir dakikasından maksimum
ölçüde istifade edilmesini amaçlayan bir zaman yönetimi
sistemiydi.( Daha da katı bir toplumsal zaman disiplini SSCB’ de
uygulanacaktı.). Öte yandan zamanın parayla eşleştirilmesi ancak
zamanın bağlamsızlaştırılmasıyla, olaylardan koparılmasıyla
, tüm saatlere aynı değeri veren evrensel olarak uygulanabilir,
soyut, boş ve nötr bir nicelik olarak tanımlanmasıyla mümkündü.
Zaman farklı metalar arasındaki değere aracılık etmekteydi.
Rasyonel, kendini çevreleyen yerel, spesifik koşullardan,
olaylardan bağımsız bir zaman kapitalist mübadele ilişkileri
açısından bir önkoşuldu. Böylece kapitalizmle birlikte
mübadeleler şahsi olmaktan uzaklaşarak soyut bir nitelik
kazanmaktaydı.
Zaman
paraya benzer bir şekilde sadece ekonomik mübadeleleri değil
aynı zamanda toplumsal ilişkileri de onların içinde yer aldığı
çevreden, özel koşullardan koparmakta , onları
kişisizleştirmekteydi. Barbara Adam’ a göre(Time and Value’nun
içinde) saat zamanı olayların koşullara bağlı niteliklerini
dışlayarak objektif, dışsal bir çerçeveyi dayatmaktaydı.
Rasyonellik ve değişmezlik istikrar, kesinlik ve önceden
bilinebilirlik hissi yaratmaktaydı. Saat zamanı toplumu dışsal,
yabancı, mekanik bir ritme tabi kılarak onu inzibat altına almanın
bir aracıydı. Fabrikada, kışlada, okulda, hapishanede, akıl
hastanesinde egemen olan zaman modernliğin nesnel, disipliner
zamanıydı. İktidar toplumsal kurumların ,alanların işleyişini
eşzamanlı olarak organize etmek , toplumu eşgüdüm içinde
yönetmek istiyordu. Suni, dakik , niceliksel, hızla ilerleyen,
ölçülebilir, denetlenebilir bir zaman toplumsal kontrolün
vazgeçilmez bir aracı haline gelecekti. Fabrika düdüğüyle okul
zilinin benzer disipliner tınısı tüm toplumu bir sarkacın
vuruşları ya da saatin tik takları gibi mekanik bir düzenlilik
ve tekrarın egemenliği altına sokmak isteyen modernliğin
otoriter sembolleriydi. Ortaçağın manastırları gibi modernliğin
fabrikaları, okulları ve diğer kurumları da bu kez seküler bir
zaman disiplininin, dakikliğin, çizelgelerin , otoriter bir
kolektif tempo dayatmasının basıncı altındaydı. Rahiplerin
yerini fabrika, okul ve ordu yöneticileri almıştı. Zaman
disiplini sadece rasyonel bürokratik kurumlarla sınırlı değildi;
artık piyasa zamanının belirlemeye başladığı sosyal hayat da
gitgide saatin egemenliği altına girmekteydi.
Sanayileşmenin
ilk dönemlerindeki makinalar insan bedeninin doğal ritmine,
hareketlerine uygun olarak yapılmışlardı. Ancak takip eden
dönemde bu ilişki koptu ve işçiler kendilerini makinenin
mekanik, yabancı ritmine uydurmaya zorlandılar. Kırsal
ilişkilerden kopup kentlere gelenler fabrika zamanının hızlı
tekrara dayalı disipliner temposuna karşı direndiler.
E.P.Thompson’ ın ‘Zaman, Çalışma Disiplini ve Endüstriyel
Kapitalizm’ adlı makalesinde değindiği gibi işçilerin
başlarda zamana karşı sürdürdüğü direniş daha sonraları
zamanın kullanımına ilişkin bir mücadeleye dönüştü. Fabrika
zamanını ilke olarak kabul eden sendikalar çalışma saatlerinin
azaltılması, dinlenme zamanları , fazla mesai vb konularda
işverenlerle pazarlığa oturdular.Buna rağmen işçi sınıfı on
dokuzuncu yüzyıl boyunca saat zamanının baskısına karşı
değişik biçimlerde tepki verdi. Walter Benjamin’in de değindiği
gibi 1830 devrimi sırasında Paris’in değişik yerlerindeki
saat kulelerindeki saatlere ateş açılmıştı. Öte yandan on
dokuzuncu yüzyıldaki toplumsal huzursuzluklar bir ölçüde
endüstriyel bir biçimde tanımlanan sosyal zamanın yarattığı
basınçla ilişkiliydi. Kapitalist saat zamanı daha önceki doğal
zamanla karşıtlık içindeydi. İnsan bedeni nefes alıp verme,
kalbin atışı, nabız vb. ritimlere sahipti. Doğa da gece ve
gündüz, med ve cezir gibi ritimlere sahipti ve insan bedeninin
ritimleri , zamanları doğanın ritimleriyle, zamanlarıyla iç içe
geçmişti. Bedenin ritimleri doğanın ritimleri gibi farklı
yoğunluklara, hızlara sahipti. Öte yandan bedensel zaman içinde
yaşanılan spesifik koşullarla ilişki içinde oluşuyordu,
bağlamsaldı. Kapitalist saat zamanı zamanın doğayla ve bedenle
ilişkisini koparmaktaydı. Doğal zaman yerle , nitelikle
ilişkiliyken saat zamanı soyut bir uzamla, nicelikle ilişkiliydi
, dışsal bir toplumsal kurguydu. Kapitalizm öncesinde zamanların
biricikliği söz konusuydu. Kapitalizmle birlikte zaman, içinde
yer aldığı özel, yerel, cemaatsel çerçevelerden soyutlanarak
birbirinin yerine geçebilen standart parçalara, günlere, saatlere,
dakikalara, saniyelere bölündü, olayların ve yerlerin dışında
kalarak onları birbiriyle ilişkilendiren, sonsuz, düz bir
ilerleme içinde açılan bir yumağa benzeyen soyut zamana dönüştü.
Feodal kırsal toplumun doğal, döngüsel zamanından farklı olarak
modernliğin zaman anlayışı lineerdi. Takvim zamanı tarihsel
olayların nedenselliğini ve ardışıklığını kuran dışsal ve
objektif bir çerçeve sağlamaktaydı. Ereksel bir tarihsel zaman
anlayışı modernliğin önemli bir parçasıydı. Bu ereksellik
eril bir ereksellikti, kamusal zamanı özel zamanlar aleyhine
egemen kılmaya çalışan erkeğin erekselliğiydi. Kamusal alanda
harcanan zaman bir değişim değeri olarak kabul edilip karşılığı
parayla ödenirken kadının aile içinde ev ve çocuk bakımına
harcadığı zaman ekonomik bir değere sahip görülmüyor,
karşılığı ödenmiyordu. Modernliğin mekaniği, matematiği,
bilimi gibi zamanı da erildi. Kadınları dışlayarak erkeğe
tahsis edilen kamusal alanın zamanı lineer bir zamandı ve eril
aklın yüce yaratısı olarak kabul edilen bu soyut, objektif,
bedensizleştirilmiş zaman doğayla, bedenle özdeşleştirilen
kadının zamanını sürgüne göndermişti. Bu durum kadınlardan
tepki görüyordu. Irma Garcia’ nın dikkat çektiği gibi(Taking
Our Time’ ın içinde) dönemin kadın romancılarının
yapıtlarında lineer, objektif bir zaman anlayışı
reddedilmekteydi.
Zaman
modern kapitalizm için sadece soyut bir evrenselliği temsil
etmiyordu. Evrensel kapitalist zamanın kurulması için sadece
bedensel, doğal, özel zamanların değil yerel zamanların da
ortadan kaldırılması gerekiyordu. On dokuzuncu yüzyılın ikinci
yarısında Amerika'nın doğu ve batı sahilleri arasında kalan
alanda iki yüz civarında birbirinden farklı yerel zaman vardı.
Bu durum o dönemde çok önemli olan ulusal demiryolları
sisteminin işleyişini zorlaştırmaktaydı.Yerel zamanların
ortadan kaldırılarak tek bir ulusal zamanın, saatin kurulması
ulusal pazarın gelişmesi açısından büyük önem taşıyordu.
Öte yandan farklı ulusal zamanları uluslar arası bir zamana,
dünya zamanına bağlamak için 1885'de Greenwich sıfır meridyen
kabul edilerek dünya her biri arasında birer saat fark olan yirmi
dört bölgeye ayrıldı. Dünya zamanının gelişmesi açısından
diğer önemli iki olay ise telgrafın ve telefonun icadıydı.
Buraya
kadar anlatılanlara rağmen modern kapitalizm zamanı tam olarak
yerin basıncından kurtaramadı , onu yeterince soyut bir uzama
taşıyamadı. Bugünün zamanı geçmiş ve gelecek zamanın
arasında duruyordu , onlara bağımlıydı, devamlı akan zamanın
bir parçasıydı ve bu nedenle de “özgür değildi”. 1980
sonrasının post modern toplumunda ise zaman geçmişin ve
geleceğin bağlayıcılığından kurtulmuştu ve şimdiye,
yaşanan ana indirgendi. Modern toplumun akrepli, yelkovanlı,
birden on ikiye kadar numaralanmış analog saati bakan kişiye
zamansal olarak nereden geldiğini, o an nerede olduğunu ve nereye
gitmekte olduğunu gösteriyordu. Kişi bu saate baktığında
kendini zamanın devamlı akışının belirli bir yerinde olarak
tasarlayabiliyordu. Oysa post modern toplumun dijital saati sadece o
anı (örneğin 18:37) göstermekteydi ve her bir an geçmiş ve
gelecek anlardan, saatlerden koparılmıştı. Analog saate
bakıldığında saat buçuk ya da çeyrek olarak
tanımlanabiliyordu.Oysa dijital saatte bu mümkün değildi, buçuğun
ya da çeyreğin parçasını oluşturduğu daha büyük bir tamlık
ortadan kalkmıştı. Post modern toplumda insan yaşamı da zamansal
bütünlüğünü kaybetmiş geçmiş ve gelecek zamanla bağlantısı
kopmuştu. Bireysel hayatın zamanı birbiriyle uyuşmayabilen çok
kısa zaman parçalarının, anların eklektik birlikteliğinden
oluşuyordu ve bu kısa sürelerin, anların yapısı piyasanın
tüketicilerin ihtiyaçlarına bağlı olarak her an değişen
kodlarına bağlı olarak şekillenmekteydi.
Post
modern kapitalizm zamanı sıkıştırdı, ansallaştırdı,
evcilleştirdi, derinliği olmayan bir “sürekli şimdiye”
indirgedi. Post modernlik saat zamanını ortadan kaldırmadı ama
analog ve uzamsal ardışıklığın ötesine geçerek devamlılığı
olmayan, kesintili , şimdiye odaklanmış zamansal yoğunluklar
yarattı. Süreden ana, kronolojik zamandan kronoskopik zamana doğru
yönelimi hızlandırdı. Post modernliğin gerçek zamanı(real
time) ardışık harekete bağlı bir zaman duygusunu zayıflatarak
şimdinin egemenliğini kurdu. Siber uzamın ve telekomünikasyonun
gelişmesiyle birlikte sadece zaman yerden, yerel, coğrafi
bağlamdan kopmakla kalmadı toplumsal ilişkiler de bağlamlarını
yitirdi. Global şimdinin egemenliği “zamandan kaçışla”,
zamanın evcilleştirilmesiyle, zamanın küresel iletişim ağı
içinde metalaştırılmasıyla ilişkiliydi.
Post
modern toplumda zaman hıza bağlı olarak oluşmaktaydı. Frederic
Jameson’a göre zaman artık hızın bir fonksiyonuydu. Zaman uzam
içine yayılarak uzamın kendisi haline gelmiş, derinliği yok
olmuş, tüketilebilir bir şimdiye indirgenmişti. Post modern
toplumda yaşamın ritmi hızlandı; herkesin acelesi vardı,
kimsenin vakti yoktu. Bilginin elektronik ortamdaki dolaşım hızı
karşısında insan bedeninin ”nakledilmesindeki yavaşlık” bir
yük olarak algılanmaya başladı. Beden yerin önemli olmadığı,
şimdinin hüküm sürdüğü ekran karşısında kendi “cisimsiz”
hızını hisseder oldu. Öte yandan tüm toplumu tek bir zamanın
yeknesak bir devamlılık arz eden temposuna uymaya zorlayan
modernlikten farklı olarak post modern kapitalizm zamanı ticari
bir çerçeve içinde esnekleştirdi, kişiselleştirdi. Esnek
çalışma saatleri, esnek emeklilik, çalışma zamanıyla serbest
zaman arasındaki katı ayrım çizgisinin muğlaklaşması, 24 saat
alışveriş imkanı post modern esnek üretim/birikim modelinin
zamansal karşılıklarıydı. Ancak sonuçta kişisel
şimdi,küresel piyasanın şimdisinin bir parçasına dönüşmüştü..
Modern
kapitalizmin dışsal, nesnelleşmiş, soyut , evrensel zamanı
kadınları zamanın kamusal alanından dışlamıştı. Julia
Kristeva’nın Kadınların Zamanı adlı yazısında belirttiği
gibi eskinin kadınlara oy hakkı verilmesi için mücadele eden
kadın hareketi aslında erkeklerden lineer bir zamanı talep
etmekteydi. Tarihsel ilerlemeye, erekselliğe dayalı bu zaman
erkeğe ait bir zamandı. Ancak 1960'lardan başlayarak feminist
hareket eril lineer zamanı eleştirecek, döngüsel zamanı
savunacaktı. Bu dönemin feminizmi soyut, evrensel eril akla eşlik
eden dışsal, lineer bir zaman yerine kadın bedeninin biyolojik
,döngüsel ritimleriyle (regl, doğum) uyum içinde olan kişisel
bir zamana yakınlık duyuyordu. Artık kişisel zaman politik
zamandı. Feministleri takiben başta eşcinseller olmak üzere diğer
toplumsal gruplar modernliğin birörnekleştirici evrensel
zamanının kendilerinden gasp ettiği özel zamanlarını talep
etmeye başladılar. 1990’ lı yıllarda ise feminist ve eşcinsel
muhalif grupların bedenlerinden yola çıkarak oluşturmuş
oldukları özel zamanları kültürel açılımlarla zenginleşti.
Muhalif çokluğu oluşturan gruplar kendi zamanlarını küresel
piyasa zamanının standartlaştırıcı, ticarileştirici baskısına
karşı savundular, tek doğru evrensel zaman anlayışını
reddettiler, piyasanın şimdisi yerine radikal şimdiler
oluşturmaya çalıştılar, birbirlerinin farklı zamanlarına,
ritimlerine saygı gösterdiler.
YAŞAR
ÇABUKLU
KAYNAKLAR:
der.
Frieda Johles Forman, Caoran Sowton, Taking Our Time: Feminist
Perspectives on Temporality, Oxford pergamon, 1989
John
Zerzan, Gelecekteki İlkel, Çev.Cemal Atila, Kaos Yayınları,
2000, 303 s.
Gerhard
Dohm-Van Rossum, History of the Hour: Clocks and Modern Temporal
Orders, University of Chicago Press, 1996, 455s.
Der.Scott
Lash, Andrew Quick, Richard Roberts,Time and Value, Blackwell
Publishers, 1998, 271 s.
Barbara
Adam, Timescapes of Modernity:The Environment and Invisible Hazards,
Routlege, 1998, 247 s.
Ed.Andrew,
Closing the Iron Cage:The Scientific Management of Work and Leisure,
Black Rose Books, 1999, 205 s.
Christopher
Gosden, Social Being and Time, Blackwell Publishers, 1994, 217 s.
Barbara
Adam, Time and Social Theory, Polity Press, 1994, 192 s.
Barbara
Adam, Timewatch:The Social Analysis of Time, Polity Press, 1995, 205
s.
No comments:
Post a Comment