LÜKS
CİPLER
Sport
Utility Vehicle –SUV ( Spor kullanım amaçlı araç) Türkçede
farklı biçimlerde adlandırılıyor; lüks arazi aracı, cip, dört
çekerli arazi arabası, 4x4 vb. SUV’lar genellikle dört-çeker
sürüş sistemine sahip, ancak bu sisteme sahip olmayan SUV
modelleri de mevcut. SUV’lar özellikle yol dışında (off-road),
arazide kullanılmak üzere tasarlanmış, yüksek çekiş gücüne
sahip araçlar, aynı zamanda otoyolda da kullanılabiliyorlar. Bu
araçların ağırlık merkezlerinin otomobillere kıyasla yerden
daha yüksekte olmasına karşın bazı modellerin yerden yüksekliği
daha az ya da yolun durumuna bağlı olarak ayarlanabiliyor. SUV’lar
genellikle büyük ve çok yakıt harcayan araçlar, ancak son
dönemde daha küçük, daha az yakıt tüketen ekonomik SUV’lar da
üretilmeye başlandı. Son yıllarda Rusya en çok lüks cip satılan
ülkelerden biri haline geldi. Türkiye’de de lüks cip talebinde
hızlı bir artış gözlenmekte.
Batıda
doğayla “arabalı insanlığın” buluşması otomobillerin
kitlesel ölçekte üretilip satıldığı 1920’li yıllarda
gerçekleşti. ABD’de 1921’de yürürlüğe giren Federal
Karayolları Kanunu milli parklara gitmek için bir yol ağı
yaratılmasını amaçlamaktaydı. Melisa Aronczyk’in “‘Taking
the SUV to a Place It’s Never Been Before’: SUV Ads and the
Consumption of Nature” adlı yazısında (2005) belirttiği gibi bu
dönemde doğa giderek şehirden kaçılıp gidilecek bir yer haline
geldi. Sağlık veren bir kaynak olarak görülen doğa aynı zamanda
ancak otomobille ulaşılabilen bir mekan olarak belirmekteydi.
1920’lerde bireyciliğin öne çıktığı araba reklamlarında
doğayı uygarlaştıran, fetheden, ona nüfuz eden bir otomobil
ideası egemendi. Öte yandan insanla doğa arasındaki ilişkinin
bir karşıtlık ilişkisi temelinde kurulduğu modern toplumda
doğayla fazla haşır neşir olmak kentli insana uygun bir davranış
olarak görülmemekteydi! William Rollins “Reflections on a Spare
Tire: SUVs and Postmodern Environmental Consciousness” adlı
yazısında modern toplumda otomobille doğa arasında bir mesafe
olduğunu, bu ikisinin birbiriyle kaynaşmasının istenmediğini,
1960’lara kadar- tatiller hariç- otomobilin doğa alemi içinde
yabancı bir nesne olarak görüldüğünü söyleyecekti.
ABD’de
1980 ortalarından sonra satışları patlama yapan SUV’ların
tarihi oldukça gerilere gitmekteydi. 1910’lu yıllarda “depot
hack” adlı arabalar tren istasyonlarından otellere yolcu ve eşya
taşımak için kullanılmaktaydı. ABD’de kesintisiz bir biçimde
en uzun süre üretilen, ticari amaçla ağır işlerde kullanılan
yol dışı bir model olan dört kapılı Chevrolet Suburban 1935’te
piyasaya sürülmüştü. İkinci Dünya Savaşında orduda
kullanılan askeri ciplerin sivil versiyonu savaştan sonraki dönemde
satılmaya başlandı. 1940’ların ikinci yarısında Jeep Wagon
ortaya çıktı. 1948’den başlayarak Land Rover Serileri üretildi.
Arazi arabaları başlarda daha çok tarımla uğraşanlar, balık
tutmaya giden çiftlik sahipleri tarafından kullanılmaktaydı.
1963’te piyasaya sürülen Jeep Wagoneer 1960’lı yıllarda moda
olan sörflerin taşındığı bir arazi aracı olarak popülerlik
kazandı. Wagoneer aynı zamanda bir aile arabası olma özelliğini
taşımaktaydı. 1950’li ve 1960’lı yıllarda arazi araçları
daha ziyade kırsal kesimde bir ilgi gördü, ana akım kent kültürü
içinde kendine fazla bir yer bulamadı. Bunun önemli bir nedeni
arazi araçlarının otoyollarda kötü bir performans
sergilemesiydi. Sert süspansiyonlar yumuşak bir sürüşe imkan
vermemekteydi ve vites oranlarının düşük olması nedeniyle
yüksek bir performans elde edilemiyordu.
1973’te
OPEC’in petrol fiyatlarını büyük ölçüde arttırması ve
petrol ambargosu sonucunda çok yakıt tüketen SUV’ların ve büyük
arabaların satışları düştü. 1975’te ABD’de federal yakıt
randımanı talimatları araba üreticilerini küçük, hafif, yakıt
randımanı yüksek arabalar üretmeye zorladı. ABD’de küçük,
az yakıt tüketen Japon arabalarının ithalatı arttı. 1970’lerde
arabalar emniyetle, emisyonla, yakıt randımanıyla, çevreyle
ilgili federal kurallara tabi kılındı. Otomobillere getirilen
sınırlamalar kamyonet, van ve yol dışında kullanılan araçlara
getirilen kurallardan çok daha sertti. 1980 başlarında ABD’de
Japon otomobillerinin rekabetinin zorladığı otomotiv endüstrisi
güç durumdaydı. Petrol fiyatları düşmüştü ama otomotiv
endüstrisinin üretiminde ustalaştığı büyük, çok yakıt
tüketen, yakıt randımanı düşük otomobiller üzerindeki ağır
vergiler, emisyon kısıtlamaları bu araçların üretimini
sınırlıyordu. 1983’te dünyadaki ilk modern minivan olan Dodge
Caravan kamuoyuna sunuldu ve izleyen dönemde popüler oldu.
Minivanlar çocukları olan bir ailenin içine rahatlıkla
sığabileceği genişlikte arabalardı. Önden çekişli
minivanların yakıt randımanı yüksekti. Minivanların önemli bir
özelliği yasada otomobil değil “hafif kamyonet veya van”
kategorisi altına girmeleri ve bu nedenle otomobillere- havayı
kirleten zararlı gaz emisyonuyla ve emniyetle ilgili- standartlar
getiren federal talimatlardan sıyrılmayı başarmalarıydı. Durumu
değerlendiren otomobil üreticileri hafif kamyonet kategorisi altına
girerek yakıt randımanına, gaz emisyonuna vb. ilişkin federal
kısıtlamalardan, ağır vergilerden kurtulan büyük, çok yakıt
tüketen arazi araçlarının, SUV’ların üretimine yöneldi. İlk
gelişmiş SUV modeli olarak kabul edilen Jeep Cherokee 1984’te
piyasaya sürüldü ve yüksek satış rakamlarına ulaştı.
1980’li
yıllar ilerledikçe SUV satışları hızla artarken minivan
satışlarında bir gerileme gözlendi. Bu durumun önemli
nedenlerinden biri minivanların üstüne “çocuklu banliyö
ailesi” kokusunun sinmiş olmasıydı! Minivanlar “soccer mom”
olarak adlandırılan, banliyölerde yaşayan ve çocuklarını
minivanıyla bir sportif faaliyetten ya da müzik dersinden başka
bir etkinliğe taşıyıp duran orta sınıftan annelerle
özdeşleştirilmekteydi. Bazı gazete yazarları minivanları
“yavaş, sıkıcı, her tarafında banliyö yazan arabalar”
olarak değerlendirecekti. Öte yandan 1980’li yıllarda
neo-liberalizmin gelişmesiyle birlikte kendini klasik orta sınıftan
ayırmak isteyen bir yeni orta sınıf oluşmaya başlamıştı.
İkinci Dünya Savaşını takip eden dönemde doğan Baby Boom
kuşağı 1960’lı yıllarda karşı kültür hareketleri içinde
yer almış, 1980’lerde ise Reaganizmle uzlaşıp Yuppie’liğe
soyunmuştu. Bireyci, neo-liberal görüşlere sahip, narsisist, risk
alıp hızla yükselmeyi amaçlayan, aynı zamanda genç, bağımsız,
aktif ve sert bir görünüm sunmak isteyen, klasik aile babası
olarak görülmeyi arzulamayan bu kesim için minivan klasik, eski
kuşaktan, konformist aileyi temsil etmekteydi. Erkeksi, agresif bir
outdoor kültürüne özlem duyan yeni orta sınıftan
profesyonellerin büyük, güçlü, “kaslı”, “seksi”,
tehditkar, maço görünüşlü bir araca ihtiyacı vardı. SUV
“neo-liberal kovboy Reagan”, Rambo, Robocop, Topgun döneminin
aracıydı, Amerikan kültürünün militarizasyonunun,
saldırganlaşmasının bir ürünüydü. SUV’ların en büyük ve
militarizmi en bariz bir biçimde simgeleyen modellerinden biri
Hummer idi. Hummer ABD’nin 1989’da Panama’yı işgal ettiğinde
ilk kez kullandığı Humvee askeri ciplerinin sivil versiyonuydu.
Körfez savaşı döneminde Hummer sahipleri kendilerini ABD
ordusunun yurtsever sivil destekleyicileri olarak göreceklerdi.
Arnold Schwarzennegger yedi tane Hummer’a sahipti.
Keith
Bradsher’in kendisiyle yapılan bir söyleşide (2001) dile
getirdiği gibi 1980’lerin ikinci yarısında yükselişe geçen
Amerikan milliyetçiliği bireyleri daha askeri, daha outdoor bir
havaya sahip araçları seçmeye sevk etmekteydi. Otomobil
üreticileri mühendislerini erkeksi, maço görünümlü SUV
modelleri tasarlamalarında yardımcı olabileceği düşüncesiyle
Rambo filmlerini izlemeye gönderiyorlardı. Daha önce geleneksel
olarak kadınsı kıvrımların egemen olduğu otomobillerden farklı
olarak SUV’lar özellikle güçlü, haşin, tehditkar, maço bir
görünüm taşıyacak biçimde tasarlanmıştı. SUV’ların bazı
modellerinin önündeki dikey metal çubuklar vahşi orman
kedilerinin dişlerini andırmaktaydı. Ford’un eski bir pazar
araştırmacısı SUV çılgınlığının yoluna kimsenin girmesine
izin vermemekle başlayıp, yoluna çıkanları defolup gitmeleri
için tehdit etmeye kadar vardığını söyleyecekti. Savaş
alanındaki zırhlı araçlara benzeyen SUV’lar yollarda uygar olma
imkanını ortadan kaldırmaktaydı. D. Kooijman ve R. Sierksma “
Emotional Driving: Cocooning in the Public Realm” adlı yazılarında
(2007) post modern toplumda otoyolların acele içinde olan, gergin,
saldırgan, iletişim kurulması mümkün olmayan sürücülerle dolu
hale geldiğini, araba sürmenin "öfkelendirici stimuliye"
tepki gösterilen bir yol kat etme sürecine dönüştüğünü
söyleyecekti. Sürücüler arasındaki ilişki agresif bir biçimde
korna çalma ve el kol hareketleri yapmaya indirgenmişti.
SUV
büyüğün küçüğü ezdiği orman kanununun, ABD’nin başını
çektiği silahlanma yarışının otoyollardaki karşılığıydı.
Büyük SUV’larla çarpışırlarsa öleceklerinden korkan otomobil
sahipleri araçlarını satıp SUV almaya yöneliyorlardı. SUV’ları
satın alanların çoğu kendilerini güvende hissetmeyen, bir güç
sembolüne ihtiyaç duyan profesyonellerdi. William Rollins’in
dikkat çektiği gibi SUV’un sert, engel tanımayan imajı artan
suç oranları ve işverenlerin sağlık payı katkısının hızla
azalması karşısında öz güven sahibi olmanın onlar için bir
zorunluluk haline geldiği alıcı kitlesine hitap etmekteydi. SUV
satışları 1980 sonlarına doğru ve 1990’lı yıllarda büyük
bir artış göstermişti. ABD’de Yuppie’lerin sonunu getiren
1987 borsa krizinden sonra ekonomi yıllarca düzelmemiş,
profesyoneller artık yeni kapitalizmde hiçbir zaman eskisi gibi iş
güvencesine sahip olamayacaklarını anlamışlardı. 1990’lı
yıllarda ise bir güvenlik toplumu kurmaya yönelen post modern
kapitalizm yoksulları ve göçmenleri bir suç ve tehlike kaynağı
olarak gösterecek, orta ve üst sınıflar tehlikeli kabul edilen
kent içlerini terk ederek etrafları duvarlarla çevrili,
kapılarında özel güvenlik görevlileri bulunan kapalı
yerleşmelere, güvenlikli sitelere taşınacaktı. Kapalı
yerleşmelerin yoldaki karşılığı olan SUV tekerlekleri olan
güvenli bir odaydı, bazı SUV reklamlarının ürkütücü bir
muğlaklıkla ifade ettiği “yoldaki tehlikeye” karşı
içindekileri koruyan bir tür koruyucu kabuk, “zırhlı kozaydı”,
lüks bir sığınaktı.
Genellikle
koyu, parlak renkli olan SUV’ların içlerini göstermeyen camları
vardı. SUV’un içi nasıl güven verici bir rahme benziyorsa dışı
da saldırgan, tehditkar bir görünüşe sahipti. Carol Vanderveer
Hamilton “The Evil of Banality: Moby Dick vs. the Extreme Machine”
adlı yazısında (Iowa Journal of Cultural Studies 4, İlkbahar
2004) dev metal zırhın içindeki SUV sürücüsünün kendini
Robocop gibi yaralanmaz sandığını söyleyecekti. Amerikan
yollarının dev canavarları olarak beliren SUV’lar sürücülerinde
küçük arabaları ve onları kullananları marjinalleştiren bir
duygunun gelişmesine neden olmaktaydı. Tehlikeli görülen kentte
kendini diğer sürücülere karşı savunmanın tek yolu onları
yenmek olarak belirmekteydi. Düşmanlık norm; yardım ve işbirliği
ise istisna haline gelmişti. William Rollins’e göre SUV’un
çekiciliğinin en önemli nedenlerinden biri tekinsiz addedilen kent
caddelerinde sürücüsüne kabadayılık ve güven hissi vermesiydi.
Sürücülerdeki “tehlikeli kişileri” ezme eğilimini teşvik
eden SUV şiddete açık, sert bir bireyciliği, ayrıcalıklı
konumunu kullanarak kendine toplum içinde buldozerle yol açma
eğilimine sahip neo-liberal bireyin arzularını yansıtmaktaydı.
SUV estetiği saldırgan bir “önce ben” mesajı vermekteydi.
Andrew Garnar’ın “ Portable Civilizations and Urban Assault
Vehicles” adlı yazısında(2000) söylediği gibi kentsel saldırı
araçları olarak SUV’lar gücün, iktidarın, kontrolün,
güvenliğin sembolleriydi. SUV’lar orta sınıfı kendi yaşam
tarzına yönelik herhangi bir tehdide karşı korumayı
amaçlamaktaydı.
SUV
modernliğin sosyal kurumlarının, güvencelerinin, dinin, ailenin
gücünü kaybettiği, yeni orta sınıfın kendini güvende
hissetmediği bir dönemin, Rollins’in deyimiyle “post
modernizmin altın çağının” bir ürünüydü. SUV sürücüleri
öz güvensizliklerini sahte bir sertlikle telafi etmek, her şeyin
sağlam ve güvende olduğunu hissetmek istiyorlardı. SUV’ların
otomobillere kıyasla “daha güvenli” yanları vardı. Büyük
olan SUV, bir otomobille çarpıştığında otomobildekilerin
yaralanma ya da ölme ihtimali daha fazlaydı. SUV’ların
tamponları otomobillerinkine göre daha yüksekte olduğu için bazı
kazalarda otomobiller SUV’ların altına giriyor, SUV’lar
otomobillere yandan çarptığında ise SUV’un tamponu
otomobildekilerin başına ya da göğsüne çarparak ölümlere
neden oluyordu. Ancak SUV’ların içindekilerin araç kaza
geçirdiğindeki ölüm oranı otomobildekilerinkine oranla daha
fazlaydı. Bunun başlıca nedeni ağırlık merkezleri yüksekte
olup yol tutuş kabiliyeti zayıf olan SUV’ların devrilme, takla
atma oranının otomobillerinkine oranla yüksek olmasıydı (son
yıllarda ağırlık merkezleri alçaltılmış SUV’lar da
üretilmeye başlandı). Bradsher’in belirttiği gibi 2000’de
SUV’ların içindeyken ölenlerin yüzde altmış ikisi aracın
takla atması nedeniyle ölmüştü. SUV’ların manevra
kabiliyeti-özellikle acil durumlardaki manevralarda- zayıftı ve
sürücüler yoldaki küçük bir engele çarptıklarında aracın
kontrolünü sağlamakta zorluk çekiyorlardı. Devrilmelerin çoğu
aracın kaldırımın kenarına çarpması, yoldaki küçük bir
hendeğe girmesi vb. nedenler sonucu gerçekleşmekteydi. Yoldaki
küçük bir tümsek bile yüksek hızla giden bir SUV’un
devrilmesine neden olabiliyordu. Yağışlı havalarda kontrolü daha
da güçleşen SUV’lar kaygan otoyollarda frene basıldığında
hemen duramıyorlar, arabalara ve yayalara çarpıyorlardı. SUV
sürücüleri araçlarının büyüklüğü ve dört çekerli sürüş
kabiliyeti nedeniyle kendilerini abartılı bir biçimde güvende
hissediyorlar, emniyet kemeri takmıyorlar, aracı sürerken cep
telefonuyla konuşuyorlardı. SUV’ların takla atmaları sonucunda
ölenlerin yüzde sekseninin emniyet kemeri takılı değildi. Oysa
ABD’de genel sürücü nüfusunun yüzde yetmiş beşi düzenli
olarak emniyet kemeri takıyordu. Büyük, yüksek ve genellikle koyu
renk camlara sahip SUV’ların sürücüleri arkalarını görmekte
güçlük çekiyorlardı ve bu nedenle bazı SUV sürücüleri
evlerinin garajlarını sokağa bağlayan bahçe yolunda geri geri
giderken kendi çocuklarını ezmekteydi. Yollarda SUV’ların
arkasında bulunan otomobillerin sürücüleri önlerindeki büyük
ve geniş SUV’lar yüzünden yoldaki diğer araçları, trafik
işaretlerini ve ışıklarını görmekte güçlük çekiyorlar ve
bu da kaza yapma ihtimallerini arttırıyordu. SUV sürücüleri
görece daha bencil, sadece kendilerini düşünen, öz güvenleri
düşük, kendini beğenmiş, başkalarının güvenliğine önem
vermeyen, etraflarındaki insanları kontrol etmek isteyen
kişilerdi.
Sekiz
silindirli güçlü motorlara sahip olan SUV’lar otomobillere
oranla havayı çok daha fazla kirleten gazlar çıkarmaktaydı.
ABD’de her yıl ilave bin kişi SUV’ların yol açtığı ekstra
kirli hava yüzünden solunumla ilgili problemler yaşıyordu.
SUV’ların yoğun olarak ürettiği karbon dioksit küresel
ısınmayı arttırmaktaydı. SUV sektörünü destekleyen ABD
yönetimi SUV’ları çevreye, atmosferin kirletilmesine ilişkin
kısıtlayıcı yasalardan muaf tutan ya da SUV’lara
otomobillerinkine oranla çok daha yumuşak kısıtlamalar getiren
yönetmelikler çıkarmaktaydı. ABD kongresi 1985’te yakıt
randımanı standartlarını otomobiller için yükseltirken SUV’lar
için aynı bırakmış, 1990’da değeri otuz bin doların üzerinde
olan arabalar üzerine koyduğu yüzde on oranındaki lüks
vergisinden SUV’ları muaf tutmuştu. SUV’lara -özellikle havayı
kirleten gaz emisyonuyla ilgili - getirilen muafiyetler SUV
üreticilerini araçlar üzerinde katalitik konvertör vb. ek
masraflar yapmaktan kurtarmış ve SUV’ların yüksek bir
karlılıkla satılmasına imkan vermişti. Çok fazla yakıt tüketen
SUV’lara uygulanan yakıt randımanı standartlarının
otomobillerinkine oranla düşük tutulması ABD ekonomisinin petrole
olan ihtiyacını daha da arttırmaktaydı. SUV’ların yükselişe
geçtiği dönem ABD’nin orta doğu petrollerine göz diktiği,
Irak’ı bombaladığı, işgal ettiği dönemdi.
SUV
minivanlara atfedilen klasik banliyö ailesi stigmasını taşımak
istemeyen yeni orta sınıfın aracıydı. SUV estetiğinin erkeksi,
kaslı, saldırgan özellikler taşımasına karşın SUV özellikle
1990’lı yıllarda ve sonrasında kadınlar tarafından da yoğun
bir biçimde kullanılan bir araçtı. SUV aynı zamanda bir aile
arabasıydı. Ancak yeni orta sınıf ailesinin ve kadınlarının
yapısı eskisinden farklıydı. 1990’lı yıllarda özellikle
hizmet, bilgisayar, iletişim sektörlerine çalışan yeni bir
profesyonel kadın tipi ortaya çıkmıştı. Bağımsızlığına
önem veren, bazen yalnız yaşayan, bazen de kariyerle aile hayatını
bir arada yürüten profesyonel kadınlar daha önceki dönemlerde
erkeklere atfedilen girişkenlik, kendini zorla kabul ettirme,
agresiflik vb. özellikler sergilemekteydi. Dolayısıyla SUV’un
erkeksi olarak adlandırılan estetiği bu kadınlara çok ters
düşmüyordu. İkinci olarak yeni orta sınıf ailesi eşlerin
birbirine olan sadakatinin artık mutlaklaştırılmadığı, erkeğin
yanı sıra kadının bağımsızlığının da giderek öne çıkmaya
başladığı yeni bir yapı kazanmıştı. Kadınlara yönelik SUV
reklamlarında bağımsızlık imgesi öne çıkmaktaydı. SUV’ları
kullanan erkeklerin önemli bir bölümü kırlaşan saçlarına
karşın genç ve cool görünmek isteyen, çocuklu ve evli
olduklarını fazla belli etmek istemeyen kişilerdi. Özellikle
erkekler çocuklarını koyu renk camlı SUV’larının arka
koltuğuna yerleştirdikten sonra sürücü camını açıp yalnız
bir görünüm vermeyi seviyorlardı. Rollins’e göre SUV’a eşlik
eden imaj rasgele cinsel ilişkiye girmeye dayalı bir canlılıktı.
Tipik SUV sürücüsü her an kendine başka bir cinsel partner
bulabileceği duygusunu korumayı arzulamaktaydı. Avustralya’da
bir çok kişi SUV sürücülerini teşhirci, mastürbasyoncu
sıfatlarıyla nitelendirmekteydi.
SUV
ile satılan şey aracın kendisinden ziyade ona ilişkin oluşturulan
imaj, duygu ya da fanteziydi. 1990’lı yıllar yeni orta sınıfa,
Bobolara, Baby Boom kuşağına yönelik reklamlarda outdoor
estetiğinin, macera ruhunun, el değmemiş doğanın öne
çıkarıldığı yıllardı. “Vahşi doğayı deneyimleyerek
yöneticilik becerisini arttırma kursları” açılmakta, ekstrem
sporlar, “adrenalin dolu deneyimler” moda haline gelmekteydi.
Bobolar kentin göbeğinde eksi otuz derecede giyilmek üzere
üretilmiş parkalar, yüksek karlı dağlarda profesyonellerin
kullandığı botlar, Patagonya’dan getirilmiş haki renkli
giysiler giyiyordu. Doğanın ticarileştirildiği bir ortamda
Chrysler bir pazarlama kampanyası çerçevesinde Jeep’in
cazibesini değerlendirmeleri için bir antropologlar ekibini işe
almıştı. SUV modelleri macerayı, vahşi doğayı, bilinmeyen uzak
coğrafyaları çağrıştıran Discovery, Expedition, Freelander,
Forester, Outback, Excursion, Escape, Navigator, Avalanche vb. adlar
taşımaktaydı. SUV’u satın alanlar daha ziyade sert, aktif ve
pratik kişiler olarak görülmek isteyen beyaz yakalı orta sınıf
mensuplarıydı. SUV gün boyunca ofisteki koltuğundan kalkmayan
profesyonelleri macera peşinde koşan kaşiflere dönüştürmeyi
vaat ediyordu. Hamilton’a göre SUV, sahibinin macerayı seven, her
an rafting yapmaya gidebilecek biri olduğunu ilan etmekteydi.
Reklamlarda SUV uzak yerdeki bir tepenin üstünde dururken, çölü
geçerken, ya ormanın içinde zıplayarak ilerlerken
gösterilmekteydi. Ekranlardaki SUV’lar genellikle kano, bisiklet,
ski vb. eşyalarla doluydu. SUV’ların kapasiteleri vinçler, çekme
paketleri, GPS navigasyon sistemleri vb. aksesuarlarla
arttırılabilmekteydi. Richard K. Olsen, Jr. “Living About It
All: The Liminal Fantasy of Sport Utility Vehicle Advertisements”
adlı yazısında (Enviropop’un içinde) SUV’ların, Western
kovboy tavrının bir parçası olarak, reklamlarda aşağıdaki
kenti uzakta bırakarak yukarılara doğru tırmanırken ya da tepede
dururken görüldüğünü söyleyecekti. Yolculuk metaforunun öne
çıktığı SUV reklamlarında suyun, dağların ve çöllerin
arketipsel kullanımı arınmaya, yenilenmeye ve aydınlanmaya
işaret etmekteydi. SUV kullanıcıları sürücüler olarak değil
arayış içinde olan kişiler olarak resmedilmekteydi. SUV adeta
sürücüleri kentsel, sıradan ve uysallaştırılmış olandan
koparıyor, onlara doğal, vahşi, kutsal olanla bağlantı kurma
sözü veriyordu. SUV vahşi bir ortamda gerçekleşen güvenli,
konforlu bir macerayı, tinsel bir yolculuğu, keşif tutkusunu,
arayışı, eğlenceyi vaat etmekteydi.
Yol
dışı arazi araçları olarak lanse edilen SUV’ların “yoldan
çıkma” oranı ABD’de yüzde 10-13 civarındaydı. SUV’ların
yol dışına çıkmaları genellikle evin garajından çıkarken
bahçenin kenarındaki çiçekleri ezmeleri ya da sarhoş
sürücülerin yolu bulamayıp yanlışlıkla toprak yola sapması
şeklinde gerçekleşmekteydi! Fayda ve kullanımın öne çıkarıldığı
SUV’lar gerçek hayatta çekme ve kişisel malzeme taşıma
amacıyla ya da sert hava koşullarında çok az kullanılmaktaydı.
SUV’ların eşya taşımak için büyük bir hacme sahip olmakla
övülmelerine karşın minivanlar ya da station-wagon’lar benzer
bir kargo kapasitesine sahipti. SUV söyleminin- kentlerin ve
banliyölerin gündelik yaşamında çok fazla yeri olmayan- çetin
arazi ve iklim koşullarına, zorlu uğraşlara göndermede bulunması
1990’lardan itibaren güçlenen güvenlik toplumunun ideolojisiyle
yakından ilişkiliydi. SUV’un etrafında oluşturulan söylem
militarizmin güçlendiği ABD’de toplumu olası zor milli görevler
için seferberlik havası içine sokma çabalarının bir
parçasıydı. “Sivil” outdoor etkinliklerine militer bir koku
sinmeye başlamış, “yurtsever bir potansiyel taşıyan” yeni
orta sınıf “esas savaşın gerçekleşeceği alan” olarak
arazinin koşullarına ısındırılmaya başlamıştı. SUV’lar
medyada zaman zaman “yanki tankları” sıfatıyla anılmaktaydı.
Bradsher’e göre SUV’lar “hazırlıklı olma şıklığını”
temsil etmekteydi. SUV’ları satın alanlar-arazide araç kullanmak
dahil- her türlü senaryo için hazır olmak isteyen kişilerdi.
SUV
söylemi bu araçların doğa içinde kullanımını, doğa ile
kurulan yakın ilişkiyi öne çıkarmaktaydı. Ancak SUV
reklamlarında insan görünmemekte, bazen aracın içindeki sürücü
belli belirsiz fark edilmekteydi. SUV sanki kendi kendine giden bir
zırhlı elbise, bir “mekanik özne” olarak beliriyordu. SUV’un
dışındaki vahşi doğa adeta bir dekora dönüşmüş, aracın
içindeki ısıtılmış koltukların, prizlerin eşlik ettiği lüks
ve konforlu ortam daha önemli hale gelmişti. SUV reklamlarında
“sınır tanımayın” şiarı altında sunulan doğa aslında
sınırlı ve her geçen gün yok edilmekte olan bir doğaydı.
1960’lara kadar modern toplumun-doğa ile arasında mesafe olan-
sürücüsü doğa içinde otomobiliyle sarsılarak dolaşırken
arazinin sertliğini hisseder, sert hava koşullarından ciddi bir
biçimde etkilenir, mekaniğini iyi kötü tanıdığı otomobili
arıza yaptığında inip tamir etmeye çalışırdı. Rollins’in
dikkat çektiği gibi modern toplumda otomobilin içinde olmak
belirli bir yerde olmak anlamına gelirken postmodern toplumda SUV’un
konforlu ortamı içinde olmak olumsuz arazi ve hava koşullarından
hiçbir şekilde etkilenmemek şeklinde tanımlanmaktaydı. Post
modernizmin altın çağı olan 1980 sonlarında ve 1990’larda
gerçek doğa yerine medyanın yaydığı doğa imajları önem
kazanmıştı. Reklamlarda doğa gizemli saf öteki, ütopik bir
gösterge olarak belirmekteydi. Oysa SUV yüceltir göründüğü
doğayı tahrip etmekteydi. SUV alıcılarını oluşturan esas kesim
doğayı sever görünen Baby Boomer aileleriydi. Doğadaki bitki ve
hayvan habitatına zarar veren, havayı kirleten SUV’ların “doğa
severler” tarafından kullanılmasını mümkün kılan önemli bir
etken eskiden çelişkili, bir arada bulunamayacağı varsayılan
tutumların post modern toplumda bireyin hayatında bir sorun teşkil
etmeden aynı anda yan yana var olabilmesiydi. Modern toplumda farklı
alanlar arasında çizilmiş kesin sınırlar post modern toplumda
aşınmış, muğlaklaşmış, alanlar arasındaki farklar silinmeye
başlamış, geçişler çok kolaylaşmıştı. Modern toplum bireyin
arabayla her yere ulaşamayacağını kabul etmişti. Post modern
toplumdaki SUV idealindeki dünya ise sınırların mevcut olmadığı,
mekansal farklılıkların silinmeye yüz tuttuğu bir dünyaydı.
Post modern toplumda doğa atomize edilerek bir bulamaca indirgendi;
içinde artık bağımsızca var olan bir doğa anlayışı
barındırmadığı için doğaya yönelik herhangi bir sorumluluk
anlayışı da taşımayan bir dünyanın özelliksiz bir
altkatmanına dönüştü.
YAŞAR
ÇABUKLU
KAYNAKLAR:
Keith
Bradsher, High and Mighty: SUVs—The World’s Most Dangerous
Vehicles and How They Got That Way, Public Affairs, 2002, 464 s.
Der.
Mark Meister and Phyllis M. Japp, Enviropop: Studies in Environmental
Rhetoric and Popular Culture, Praeger Publishers, 2002, 248 s.